Lemis Nasır
Kadının İnsan Hakları Derneği Başkanı
ÜRDÜNLÜ KADINLAR İSLÂM’IN KENDİLERİNE VERDİĞİ HAKLARI ELDE EDERLERSE ÇOK MUTLU OLACAKLAR…
Ürdün Ortadoğu’da kraliyet ailesi, eğitimli insan oranı ve çoğu zaman caddelerine yansıyan görüntülerle batılı bir imaj çizse de, dini referans alan aile hukukunun bugüne uygun yorumlanması noktasında birçok Arap ülkesinden daha geri kalmış durumda. Aslında Saray kadınları da dahil olmak üzere, birçok kadın derneği ve kadınlar, yasalarda varolan ayrımcılıkları değiştirmek için uzun süredir mücadele ediyorlar. Fakat belki de Ürdün’ün hızla batılılaşmasından rahatsız olan Müslüman ve gelenekçi çoğunluk, Şeriatın kadın konusunda yapacağı değişimleri batılılaşmanın bir ayağı olarak görüp, bunların değişimine bütün güçleriyle karşı çıkıyorlar. Bu mücadelenin reformcu tarafında ise seküler zihinlere sahip, dini suçlayan ya da dışlayan azılı feminist kadınlar yok aslında. Kadının İnsan Hakları Derneği Başkanı Lemis Nasır da, Ürdün’de kadın hakları için mücadele eden kadınlardan birisi. O da görüştüğümüz diğer kadınlar gibi sadece İslâm’ın bize verdiği hakları almak istiyoruz diyen, nazik, şık ve kibar bir hanımefendi. Kendisini, Arap dekorasyonuyla düzenlenmiş evinde ziyaret ettik. Bize çok içten davrandı. Doktor olan eşi bizi Türkçe cümlelerle karşıladı. Meğer bir zamanlar Türkiye’de okumuş. Türkçe’yi uzun süredir kullanmamasına rağmen düzgün konuşuyordu. İkisi de Türkiye hayranıydı. Fırsat bulduklarında atlayıp Türkiye’ye geliyorlarmış. Lemis Hanım bile birkaç kelime Türkçe öğrenmiş.
Üniversitede eğitim psikolojisi okudum, rehberlik üzerine mastır yaptım. Dolayısıyla kariyerime bir öğretmen olarak başladım. Psikoloji ve eğitim konularında ders veriyordum. Kariyerimin başında iki devlet bakanlığı ile birlikte çalıştım. Bir tanesi eğitim bakanlığı idi, diğeri de dış işleri bakanlığı. Eğitim bakanlığını bıraktım ve diplomatlık sınavına girdim.
“Anayasada cinsiyet ayrımcılığını yasaklayan bir madde yok…”
Beni kadın hakları üzerinde düşünmeye iten şey, eğitim bakanlığında çalışırken burs gibi şeylerin seçimi için heyetin karşısına çıktığımda “Üzgünüz ama sen ilksin ve genç bir kadınsın. Evli değilsin. Evlenir ve işinden istifa edersin. Biz de senin hizmetlerinden faydalanamayız.” diyorlardı. Ama her nasılsa o zaman bunun pek farkında değildik. Ortada ters bir şey olduğunu düşünsem de bunun ayrımcılık olduğunu bilmiyordum. Daha sonra diplomat görevi için dış işleri bakanlığına geçtim. Sanırım iyi bir diplomattım. Bilirsiniz kadınlar bir iş için daha çok zaman harcarlar. Yurt dışına atandım. Ama atamamın yapılması zor oldu. Çünkü bu arada evlenmiştim ve bakanlıktaki ilk evli kadındım. Bakanlık ve hukuk müşavirleri için kocam ve çocuklarımın diplomatik pasaport almaya ve seyahat masraflarının karşılanmasına haklarının olup olmadığına karar vermek zor oluyordu. Bu çok önemli bir meseleydi. Ama bugün artık pek çok kadın diplomat var ve onların kocaları ve çocukları bütün haklara sahipler. O zamanlar diplomatik yönetmelikler ayrımcı değildi ama bunların yorumlanışı ayrımcılık içeriyordu. Çünkü şeriat hukukuna göre kocanın ailesinden sorumlu olduğu ve karısı üzerinden fayda elde etmesinin doğru olmadığı düşünülüyordu. Bu, benim kadınlara yönelik bir ayrımcılığın olduğunu düşünmeye başladığım döneme denk geliyor. Ürdün anayasasına tam güven duysam da böyle düşünmeye başladım. Çünkü biz genelde Ürdünlüler olarak anayasamızla gurur duyarız. Çünkü Ürdün bütün vatandaşları için kalbinde özgürlük taşır. Tabii Arapça’da vatandaş hem kadın hem erkek demek. Ama bugün bazı kadın hareketleri, anayasa ayrımcı olmasa da “cinsiyet temelli bir ayrım yapılmamalıdır” maddesini içermediğini düşünüyorlar. Bunu inanç, ırk ve kökleri temelinde söylüyorlar.
“Ürdün CEDAW’ı imzaladı, ama pratikte uyulmuyor…”
Şu anda 25 kadınla birlikte kurucusu olduğum İnsan Hakları Forumu Derneğinin başkanıyım. Biz özellikle kadınların haklarını müdafaa etmeyi dert edinen, özellikle ayrımcılık ve kadına yönelik şiddet olmak üzere kadınlarla ilgili bazı sorunlarla yüzleşen kadın hakları savunucusu bir derneğiz. Aynı zamanda halk için kadın hakları hususunda pek çok bilinçlendirme programı yapıyoruz. Kadın haklarını sadece kadınlara anlatamazsınız, bütün topluma anlatmanız gerekir.
Kadına karşı ayrımcılığın iki yüzü var diyebiliriz. Birinci yüzü bahsettiğimiz hukukî ayrımcılık. Diğeri ise toplumsal ayrımcılık. Çünkü çevremizdeki bütün Arap toplumları gibi muhafazakâr bir toplum olarak ayrımcı olmayan kanunlar olsa bile kadın ve erkeğe karşı uygulamalar ayrımcılık içeriyor. Toplumsal anlamda da derine kök salmış ve değiştirilmesi güç pek çok gelenek ve alışkanlıklar var.
“Mecliste 12 kadın milletvekili kontenjanı için çalıştık; sadece 6 tanesi girebildi…”
Öte yandan, belki de haklarını kullanmadıkları, sandığa gitmedikleri veya adaylıklarını koymadıkları için bunda kadınların da payı vardır. Fakat CEDAW’ın maddelerinden bir tanesi de kadınların lehine ayrımcılık yapmak. Dolayısıyla kadınların karar mekanizmalarının başına kolayca gelebildiği kota sistemi biraz da böyle bir şey.
Son meclis seçimlerinde kadınlara kontenjan ayrılması üzerine çalışıyorduk. Seçimlerden önce yasal düzeltme yapıldı. Ben de bu kota işini inceleyen heyetteydim. Hedefim, mecliste kadın kontenjanı % 25 veya % 30 kadar açmaktı. Veya en azından % 12. Çünkü 12 tane seçmen bölgesi var mecliste. Maalesef hükümet, kontenjandan sadece 6 kadının meclise girmesine razı oldu. 23 kadın seçimlere girdi ve hiçbirisi kazanamadı. Ama gene de meclise giren 6 kadınımız var. Şu anda elimizde olanlar onlar. Dolayısıyla kontenjan işimize yaradı bence. Toplum bir kere kadınları bu mevkilerde görmeye alışırsa belki de bir dahaki seçimlerde seçer.
“Mecliste en fazla oyu Müslüman Kardeşler Partisine mensup milletvekili aldı…”
Müslüman Kardeşler tabii ki siyasi bir parti ve aynı zamanda İslâm Cephesi Partisi de onlara ait. Kadınları partilerinin dışında tuttuklarını düşünmüyorum. Benim şahsi fikrim şudur: Bu parti kendisine katılan kadınların güç sahibi olmasında etmen bir partidir. Çünkü onları yürütme kurullarına ve heyetlerine dahil ediyor. Şu anda mecliste olan hanımlardan bir tanesi sanırım bu İslâm Cephesi Partisine mensuptu. Partilerine çok bağlılar. Zaten bir partiye mensupsanız ona bağlısınızdır. Bu kadın, bütün diğer aday kadınlar arasında en yüksek oyu alandı. Emin olmamakla beraber sanırım 2000 civarında oy aldı. Tabii kazanmadılar. Bir keresinde bana meclise kendi kapasitesiyle girebilmek için sadece 15 oy eksiğinin olduğunu söyledi. Bu harika bir şey. Çünkü kontenjan üzerinden meclise giren başka kadınlardan bazıları sadece 600-1000 arası oy almışlardı. Tabii bu farklı politik birimlere veya bölgelere göre değişir. Ama oylar anayasal seçmenlere göre sayılıyor. Bu kadın bir sürü oy aldı. Bu demektir ki İslâm Partisinin üyeleri partilerine bağlılar ve kadın olsun erkek olsun eğer bir aday koymuşlarsa gidip ona oy veriyorlar.
Kadınlar daha önceki meclislerde muhalefet partileriyle ya da sadece kadın üyesi olan partilerde ortaklık kurdular. Çünkü bu siyasettir. Eğer kadın hakları onların bakış açısına giriyorsa destekleyebilirler. Biz toplantılarımıza her zaman her fraksiyondan, Müslüman Kardeşlerden ve diğer partilerden de parlamenterleri davet etmeye özen gösteririz. Onlarla aramızda her zaman sağlıklı diyaloglar oluşuyor. Ama sanırım kadın haklarına karşı çıkan ve şeraitle çelişen insanlar şeriat konusundaki cahilliklerinden yapıyorlar bunu. Bu benim şahsî düşüncem.
“Şeriatın bize verdiği hakları istiyoruz…”
Biz sivil toplum kuruluşları için bir hedefe yönelik koalisyon yaptığımızda her zaman şu hususta fikir birliği içerisindeyizdir: İslâm eşitlik, huzur ve ayrımcılık yapmamak üzerine kurulu. Meclis üyeleriyle karşılaştığımızda şeriatın bize verdiği hakları istediğimizi söyleriz. Çünkü şeriat hükümleri yeterince uygulanmıyor.