Prof. Dr. Nüket Yetiş
Tübitak Başkanı
Türkiye de bürokrasi kademelerinde en üst düzey kadın yöneticilerden birisi. Tubitak gibi Türkiyede'ki tüm bilimsel çalışmaları kapsayan devlet açısından büyük önem taşıyan bir kurumun başkanı. Aslında tam bir akademisyen, disiplinli, sakin kişiliği ile tam bir bilim kadını. Türkiye'deki son üç yılında üniversitelerde ve dışarıdaki bilimsel çalışmaların desteklenmeini sağlayan, Avrupa fonlarının kullanımına imkan veren projeleri teşvik eden uygulamaları kurumun üzerindek siyaset gölgesini aralamış. Siyasi tartışmalar ile ilgilenmiyor, o Türkiye'nin bilim adamı potansiyelini nasıl artırırız, insanları bu alanda çalışma yapmaya nasıl teşvik ederiz sorusunu peşinde işine bakıyor.
Ben kökenlerim itibariyle Eskişehirliyim. Ben orta hâlli bir Anadolu ailesinin dört çocuğundan en küçüğüyüm. İki ablam ve bir ağabeyim var. 1957’de Eskişehir’de doğdum ama annem ve babamın geldiği yer Bozhöyük kasabası. Bozhöyük geleneklerini koruyan ama gelişmelere de açık olan çağdaş bir kasabadır; böyle de bilinir. Dolayısıyla hem anne, hem de baba tarafımdaki aile yapısı çok hızlı bir şekilde bu değişime ayak uydurmuştur. Bu da benim doğduğum ortamı çok etkilemişti. Babam ortaokula kadar okuyabilmiş daha sonra, bazı nedenlerden ötürü eğitimine devam edememiş. Hepimizin yüksek tahsil yapması onun en büyük idealiydi. Doğduğum ortamda, hiçbir şekilde kız erkek ayırımı görmedim. Tam tersine babam hepimizin okuması için bize hep destek verdi. Ben böyle bir ortamda büyüdüm. Eşimin aile yapısının benzer şekilde olmasından dolayı kendi ailemiz de böyle şekillendi. Yani hiçbir zaman kadın olmanın dezavantajlarının olduğu bir ortamda bulunmadım.
Cumhuriyetin kuruluşuyla, hatta ondan da önce başlayan modernleşme çalışmaları sürecinde kadının her zaman ayrıcalıklı bir yeri olmuştur. Ben de o ayrıcalıklı yeri doğduğum ortamda buldum. O ortamı daima iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum. Kendi kariyerim boyunca da, bu ortamı benden sonraki hemcinslerime sağlamak için elimden geleni yaptım.
Bilim ve kadın noktasına geldiğimiz zaman benim düşüncem şöyle: İlk bakışta bilim kadına yabancılaştırılmış bir alan gibi görülebilir ama ben bunun kadına özel bir alan olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bilime bakışımız genel olarak aynı. Bilime karşı bir yabancılaşma söz konusuysa, bu yabancılaşmanın her iki cins için de aynı derecede olduğunu düşünüyorum. Bunu neye dayanarak söylüyorum? Bilim üzerine 14 ile 24 yaş arası gençler arasında bir çalışma yapmıştık. Bu anketlere bakıldığında gençlerin “Bilim iyi bir şeydir ama ben yapamam.” “Bilim önemlidir ama ben bilim insanı olmayayım.” şeklinde yaklaşımları oldu. Onun için eğer Türkiye’de bilim üzerine bir yabancılaşma varsa bunun kadınlara has değil, toplumun geneli için geçerli olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de bilim ve kadın dendiği zaman Avrupa ortalamalarının çok üstünde olduğumuzu görüyoruz. Hatta şu anda Avrupa’nın hedef koyduğu noktaya ulaşmış durumdayız.
Kadın bilimciler erkeklere göre aha başarılı olabiliyor.
Türkiye’deki bilim kadınlarının, Türkiye’deki bilim adamların uluslararası platformdaki yeri neyse onunla aşağı yukarı aynıdır. Hatta kadınların bazı alanlarda da daha başarılı olduğunu düşünüyorum.
Kariyerim boyunca hem cinslerim için bir pozitif ayrımcılık yolunu kullanmadım. Ama yaşayarak şunu gördüm ki; eğer iyi eğitilmiş, güçlü değerlere sahip kariyer insanları, kariyer kadınları bulabilirseniz pek çok alanda bilim adamına göre çok daha başarı sağlayabilirsiniz. Bunun altında kadının yaradılışından gelen çok işlemcilik kabiliyeti yatıyor. Yani kadın, erkek arkadaşlarına göre aynı anda birkaç işi çok rahat görebiliyor.
Ben ilk, orta ve lise eğitimimi Eskişehir’de tamamladım. Daha sonra; şu anda Boğaziçi Üniversitesi olan, o zamanki Robert Koleji’nde yüksek öğretimime başladım. Orada Kimya Mühendisliği eğitimi aldım. Kimya Mühendisliğinden sonra yine Boğaziçi Üniversitesi’nde NBA, yani işletme yönetimi üzerine yüksek lisans yaptım. 1975’te, o zaman ki adıyla Teknik Araştırma Kurumu’nun şu an içinde bulunduğumuz kampusunda araştırmacı olarak göreve başladım. Burada beş yıl araştırmacı olarak çalıştıktan sonra İTÜ’ye geçtim. Orada Endüstri Mühendisliği alanında doktoramı tamamladım. İki yıl kadar öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra yeni kurulmakta olan Marmara Üniversitesi’ne geçtim. Orada Mühendislik Fakültesini kurdum. 1989 yılında doçenttim, 1993 yılında profesörlüğümü aldım. 1994 yılında da Marmara Üniversitesi Mühendislik Fakültesinin dekanlığını yaptım. Bu görevim sırasında Endüstri Mühendisi olmamın da getirdiği avantajı kullanıp, idarecilikle kariyerimi aynı rotaya oturtarak ilk defa Türkiye ve Avrupa’da yüksek öğretimde Avrupa kalite ödülüne başvurduk ve orada finalist olduk. Bir yüksek öğretim kurumu olarak buna ilk başvuran ve finalist olma başarısını gösteren tek kurum Marmara Üniversitesi Mühendislik Fakültesidir.
2000 yılında TÜBİTAK’ın Türkiye Sanayi Sevk ve İdare Enstitüsünde müdür olarak görev yapmaya başladım. Arkadaşlarımla birlikte, kamudaki sürekli kurumsal gelişim ve kalite yöntemlerini uygulamalardan gelen deneyimlerimizi Türkiye’deki pek çok kamu kuruluşuna ve özel sektöre aktardık. Maliye Bakanlığından, Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumuna; çeşitli askerî kuruluşlardan, devletin çok üst düzey kurumlarına kadar eğitim danışmanlık ve deneyim aktarma çalışmaları yaptık. Bu görevime 2003 yılına kadar devam ettim. 2003 sonundaysa şu andaki görevim olan Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunun başkan vekilliği görevime başladım.
Son olarak eklemek istediğim şöyle bir husus var: Konumuz bilim ve kadın. Görevim, Türkiye’deki araştırma ve teknolojik gelişmeler ve yenilik çalışmaları önündeki engelleri kaldırmak. Göreve başladığım zaman bu konuda üç tane engel vardı. Bunlardan birincisi; ulus olarak bu alana yeterli kaynak ayırmıyorduk. Hükümetimiz bu alanda gayet cömert davrandı, bu konuyu öncelikliler arasına aldı, önemli kaynakları buraya aktarmaya başladı. İkincisi ise araştırma ve geliştirmeye talebin yaratılmasıydı. Bundan neyi kastediyorum? İster yönetici, ister üst düzey bürokrat, isterse siyasi bir kişilik olun bir sorunla karşılaştığınız zaman o sorunu kendi öz kaynaklarınızla çözebilecek araştırmalara ihtiyaç duyarsınız. İşte biz bunun için kamu araştırmaları ve sanayi araştırmalarını desteğiyle bu talebi yaratmaya çalışıyoruz. Çok önemli olan üçüncü konu da yeterli bilim insanı sayımızın olmamasıydı. Bunun için TÜBİTAK olarak son dönemde çok önemli destekler vermeye başladık.
Benim sizin aracılığınızla kamuoyuna iletmek istediğim önemli mesaj şu: Sanayi kuruluşları, kamu kuruluşları ve bilim insanı olmak isteyen, kadın veya erkek farkı gözetmeksizin, gereken nitelikleri taşıdığı sürece bizim desteklerimize başvursun. Bir an önce hem araştırmaya olan talebi yükseltelim, hem de bunu karşılayacak araştırma kapasitesini oluşturmaya çalışalım.