Fâtıma Mûtemedârî
Aktris
İran’da Gilan filminin afişleri görmek bile Fatma Mutemed’in oyunculuğunun gücünü fark ettiriyordu. Devrim öncesinde tiyatro eğitimi almış 20 yıldan fazla İran sinemasına emek vermiş,Yeni İran sinemasının en önemli kadın oyuncularından birisi. Zor karakterlerin,rollerin altından başarıyla kalkan Mutemed’in aldığı ödülleri saymakla bitirmek mümkün değil. Evinin her tarafı ödüllerle dolu. Dubleks tasarlanmış şık bir apartman dairesinde ülkesinin farsi unsurları ile renklendirilmiş evinde yaptığımız röportajda misafirperverliği, sıcaklığı, eprili kişiliği, milliyetçiliği ve entelektüel birikimi ile ününü hak eden bir sanatçı olarak hafızalarımızda iz bıraktı.
İran sinemasında 20-22 yıldır oyunculuk yapıyorum. Senede en az iki filmde oynadığım düşünülecek kırktan fazla filmde rol aldığımı söyleyebilirim. Aslında tiyatro mezunuyum. İran kültür devriminden sonra tiyatro faaliyetleri bir süre için askıya alındığı için sinemaya geçmeye karar verdim.
İran sinemasının yüz küsur yıllık bir tarihi var yani İran sineması dünya sineması ile yaşıttır. Ama devrimden sonra “Yeni bir İran Sineması” doğdu ve ben sinemaya o dönemde adım attığım için diyebilirim ki oyunculuğum da Yeni İran sineması ile yaşıttır.
Devrim öncesi İran Sinemasında çalışanlar gerek oyuncu düzeyinde olsun gerek kamera arkasında çalışsın, daha ziyade alaylı diyebileceğimiz, işi mutfağında öğrenen, bu işin okulunu okumamış kimselerden oluşuyordu. Devrim sonrasında bu durum değişmeye başladı. Bu dönem aynı zaman da benim sinemaya adım attığım dönemdi. Öyle bir zamanda sinemaya girdim ki, yıldız oyuncu kavramı İran sinemasından silinmişti bunun pek çok nedeni var. En önemlisi –kadın perspektifinden bakacak olursak- sinemamız kadının dış görünüşünü ticarî olarak sunmaktan çok insanın içsel değerlerine yönelmeye başlamıştı. Bu olumlu bir şeydi, evet; ancak sorunsuz bir sinemamız olduğu söylenemezdi; mesela ben bir kadın olarak erkek oyunculardan daha az şeye sâhip olmaya razı değildim.
Netice itibarıyla benimle bizim sinemamızın zihniyeti arasında ilk savaş başladı. Birincisi oyunculuğumun türü konusundaydı: Ben, tiyatrodan gelen bir oyuncunun bütün işlerini kendisinin yapması gerektiğine inanıyordum. Gerçi gelenek bana fazla hareket izni vermiyordu. Ancak ben, o geleneklere fazla inanmıyordum ve hepsini bir kenara ittim.
İran’da sinemanın gelişimi oyunculuğun gelişimi ile yaşıttır. Başlangıçta sinemamızdaki kadın portreleri erkek porteleri kadar canlı ve sahici değildi. Yine de ben ve arkadaşlarımın çaba ve ısrarlarıyla kadın portresi yavaş yavaş açık ve renkli bir hale dönüştü. Yani sinemamızda kadın giderek düşünür bir insana, bilgili bir insana, sosyal faaliyetleri olan bir insana dönüştü.
Sonuç olarak İran Sineması 80 li yılların sonundan itibaren özellikle de 90 lı yıllarda evrensel bir fenomene dönüştü. Yâni dünyanın neresine giderseniz gidin İran sinemasına özel bir sinema olarak bakılmaya başlandı, hâlâ da öyledir. Artık festivallerde İran filmleri göstermek o festivale olumlu puan getirmektedir.
Başörtüsü ile oynamayı sorun olarak görmüyorum…
İran sinemasında kadınlar söz konusu olduğunda en çok merak edilen kimileri için problem olarak gözüken husus başörtüsü. Doğrudur, İran sinemasında kadınlar başörtüleriyle oynamak zorundadırlar ama ben başörtüsüyle oynamayı sorun olarak görmüyorum. Ben; başörtümü ülkemin yasalarına dayanarak takıyordum. Bana göre başörtüm olsa da, olmasa da, ben aynı oyuncu olurdum. Hatta sinema aktörü Mahmalbâf beyefendiyle çektiğim “Nâsirüddin Şah” filmi gibi bazı filmlerde başörtüsüz, perukla oynadığım da oldu. Bu, ne benim için ne de başkaları için bir sorun oluşturmadı.
Bu, bizim dünyayla ilişkimizi zorlaştıran ilk sorundu. Ancak onlar da yavaş yavaş bizim, ülkemizin yasalarından dolayı filmlerde başımızı örtmeye mecbur olduğumuzu kabul ettiler. Ancak sinemamızın sanatsal çizgisi, ticari kaygılarla zedelenmeye başladı diye düşünüyorum. Tüm dünyada olduğu gibi İran’da da; teknolojinin gelişmesi, Internet’in yaygınlaşması sinemayı sanatsal bir araç olmaktan uzaklaştırıp salt eğlencelik bir gösteriye dönüştürüyor. Böyle bir sinemada çalışmak benim ruhuma ve ahlakıma ters düşüyor.
Geleneğin ruhuna zara vermeyen değişimi de inkar etmeyen yeni yasalara ihtiyacımız var
Bunu söylerken sinemanın hep belli konular çerçevesinde kalmasını istediğim anlaşılmamalıdır. Aksine sinemanın kendini sürekli olarak yenilemesinden, bakış açılarını zenginleştirmesinden ve özgün konulara yönelmesinden yanayım. Dünya değişirken sinemanın –gerek anlattıkları gerekse de anlatım teknikleri açısından- değişmemesi gibi bir şey söz konusu olamaz. Şunu da söylemeliyim ki, zamanın dayattığı değişim karşısında ben bir oyuncu olarak memleketimin yasalarına artık yeterince tabi olamıyorum. Oysaki ben ülkemi seviyorum, yasalarına saygı duyuyorum, ülkem için daha çok çalışmak istiyorum; ancak bir yerden sonra gerek şahsım için gerekse de icra ettiğim sanatı sürdürebilmek için geleneğimizin ruhuna zarar vermeyen bununla birlikte değişimi de inkar etmeyen yeni ve kapsayıcı yasalara ihtiyaç duyuyorum…
İran sinemasının yasakları bize yeni anlatım teknikleri kazandırdı
Ben İran sinemasında oynadığım kimi rollerde bazı sınırları aşmayı başardım. Eğer siz “Gîlâne” adlı filmime bakarsanız, benim oğlumu kucakladığımı, öptüğümü görürsünüz. Yahut çalıştığımız önceki filmlerde karşımdaki oyuncunun eline dokunduğum veya elini tuttuğum olmuştur. Rolüm bunları gerektirdiği sürece bunu yaptım, hiçbir zaman da sorun çıkmadı. Ancak yine de sınırlandırmaların sinemamıza avantaj kattığını ve bize yeni anlatım teknikleri kazandırdığını düşünüyorum. Yâni, bizim, filmlerimizde seks sahneleri yoktur, bizim hiçbir zaman açık saçık aşk sahnelerimiz olmuyor. Bu, bizim aşkı, muhabbeti, sevgiyi, hatta cinsel ilişkiyi başka şekillerde göstermemiz için farklı yollar geliştirmemize neden oldu. Bu, İran sinemasının dünyadaki başarısının sebeplerinden biridir. Bu, farklı var oluş çekiciliğe neden oldu. Ben kişisel olarak asla şiddet veya seksin bulunduğu bir sinemada çalışmayacağımdan eminim. Bunun, İran’da yaşamamla ilgisi yoktur. Ben, aslında öyle bir sinemayı sanat olarak kabul etmiyor ve onunla bir ilişkim olsun da istemiyorum.
İçinde şiddet ve seksin bulunduğu sinemayı sanat olarak görmüyorum
Ben kendimin ve dünyada sinemaya gönül veren diğer kadınların sadece kendilerine inanmaları nedeniyle başarılı olduklarını biliyorum. Yani, hem bu işin bilgisine sahipler, hem de ne iş yapmak istediklerini biliyorlar. Sinemayı iyi tanıyor ve kendilerine inanıyorlar. Başarılarını sırrı bana göre özgüvendedir.
Kadın sorunları söz konusu olduğunda bizi farklı kılan tek şey kıyafetlerimiz…
Ben İslam ülkelerinde, özellikle de İran’da yaşayan kadınları, dünyanın diğer kadınlarından farklı kılan hususun sadece kıyafet tercihleri olduğunu düşünüyorum. Yoksa dünyanın neresine giderseniz gidin, göreceksiniz; kadınlar benzer problemlerden muzdariptirler. İster Avrupa olsun ister Amerika, ister Japonya; kocalarından şiddet gören kadınlar her yerde var. Ve bunlara sadece eğitim seviyesinin düşük olduğu alt tabakalarda rastlanmıyor, Avrupa’nın hemen her ülkesinde okumuş ama eşinden dayak yiyen kadınlar olduğunu istatistikler ve raporlar bize söylüyor. Yani bence kadın sorunları söz konusu olduğunda insanları inandıkları din yüzünden suçlamak yanlış; bence bu bakış gerçeği çarpıtıyor. Sadece şiddet konusu değil kast ettiğim. Mesela çalışan bir kadının emeğinin karşılığı hiçbir zaman erkeğin kazandığı ile bir tutulmaz, bu dünyanın her yerinde böyle. Yani şunu söylemeye çalışıyorum, yer yüzünde yaşayan kadınların –ve buna çocukları da dahil edebiliriz- sorunları özde hep birdir. Farklılık olarak görülen şey sorunların yerel niteliklerinden ibarettir.
Kadına zulmeden toplum aynı oranda erkeğine de zulmetmiştir.
Bundan dolayı, benim İran’da oynadığım rollerin çoğu, sadece yerli kadınının problemlerinden ibaret değildir. Oynadığım rollerde kadınların evrensel problemlerini yansıtmaya çalıştım. Örneğin, “Gîlâne” filminde, savaşta yaralanarak sakat kalan oğlu için mücadele eden bir annenin mücadelesini ve dramını anlattım. Bu bir Bosnalı kadın olabilir, bu bir Amerikalı kadın olabilir. Savaş karşıtı olan ve savaşın ağırlığını kendi omuzlarında taşımak zorunda kalan dünyanın herhangi bir bölgesinde yaşayan bir kadın olabilir.
Sonuç olarak hem erkekler, hem kadınlar, hem de çocuklar için; yerel sorunların ötesinde bir iş yapmak istiyorum. Evrensel sorunlar yani, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olamaması, şiddet, hamile ya da çocuk sahibi kadınların çalışma hayatında yaşamak zorunda bırakıldıkları zorluklar benim ilgi gösterdiğim temel problemlerin başında geliyor. Bu tür problemler dünyanın her ülkesinde olduğu gibi İran’da da vardır ve benim için önemlidir. Bunu kadın olduğum ve kadınların tarafını tuttuğum için söylemiyorum, zira kadınlarına zulmeden bir toplumun aslında aynı oranda erkeğine de zulmettiğini düşünmüşümdür hep. Toplum dediğimiz oluşumu bir vücut gibi; erkeği, kadını ve çocukları da o vücudun yani o bütünün azaları gibi düşünecek olursanız söylemek istediğim şeyi daha iyi anlayacaksınız.
Ataerkilleşmiş bir kültürü tekrar aslı olan anaerkil yapıya döndürmeliyiz…
Görünüşte bize yani İran kadınlarına zulmedilmektedir ve onlara sert davranılmaktadır. Evet bu gibi sorunlar hep ifade ettiğim üzere her ülkede olduğu gibi ülkemizde var olmuş ve kısmen var olmaya devam etmektedir. Ancak bütün bu olaylar İran kadınlarının geçmiş yıllara oranla hem sosyal faaliyetlerine, hem de kendi hukukî meselelerine daha derinlemesine bakmasına sebep olmuştur. Örneğin, İran’da geçen yıl Üniversiteye başvuranların yüzde altmış beşinin kadın olduğunu biliyorsunuz. Yâni, kadınlarımızın ve aynı zamanda İran kızlarının yeni kuşağı erkeklere oranla hem daha çok gelişme kaydettiler, hem de daha fazla faaliyet gösteriyorlar. Tarihsel geçmişimize bakacak olursanız, İran topraklarında anaerkil bir kültürün izlerine rastlayacaksınız. Bugün ataerkilleşmiş olan bu kültürü yeniden anaerkil bir yapıya dönüştürebilirsek, asli kültürümüze geri dönebiliriz. Bu yüzden de toplumumuzda asıl baskı altında olan kesimin kadınlar değil, erkekler olduğunu düşünüyorum.
Bununla birlikte ben asla feminist bakış açısına sâhip biri değilim, olaylara ve topluma insan merkezli bakarım. Aynı zamanda ben, hiçbir zaman oyunculuk yapmakta olan bir kadın olduğumu düşünmedim, bir insan olduğumu düşündüm.
İran’da estetik ameliyatlardaki artış sosyal bir sorundur…
İran’da estetik ameliyat sorununun veya ağır makyaj yaparak güzelleşmeye çalışmanın bana göre çok korkunç bir sosyal kökeni var, bu sosyal bir sorundur. Nedeni, devrimden sonra doğmuş ve İslam Cumhuriyeti yasalarının çoğunu içselleştirmeyen, dolayısıyla da kendini bu yasalara uymakla yükümlü hissetmeyen İran’daki yeni kuşaktır. Onlar, dünyanın diğer yerlerindeki kızlar gibi dışarı başörtüsüz çıkmaya, gönüllerince eğlenmeye veya erkek arkadaşıyla dışarı çıkmaya hakları olduğunu düşünüyor, fakat bunları İran’da yapamıyorlar. Sonuçta yeni kuşak bu tür arzularını, ev içlerinde sınırlı bir arkadaş grubuyla eğlence partileri vererek tatmin etmeye çalışıyor.
Yeni kuşak, toplumda bir yere varmak için benim gibi kendi iç gücüne güvenmesi gerektiğini düşünmüyor. Önce dış görünüşünü düzeltmesi gerektiğini düşünüyor. Başörtüsünün altında saklı olan güzelliği diğer insanlara, toplumuna göstermeyi düşünüyor. Çünkü görünüşte böyle bir izne sâhip değil. Burunlarını ameliyat ettirmeleri ve aşırı makyaj yapmaları yasaklarla ilgilidir. Bence onlar daha serbest, daha açık bir toplumda yaşasa, yüzde doksanı ameliyat olmaz veya aşırı makyaj yapmazdı. Bu yüzden ülke yöneticilerimin bu sorunu doğru değerlendirmesi gerektiğini düşünüyorum ki kaybolmakta olan yeni kuşak için bir şey yapabilelim.