Beyrut, meşhur bir Arap şarkısında acılar ve sevinçler dolu bir hayatın izlerini taşıyan görmüş geçirmiş bir kadına benzetilir. Eşsiz tarihi yapıları, modern binaları ve mermilerle delik deşik olmuş evleri koyun koyuna görünce şarkının sözlerine bizler de hak veriyoruz!
Beyrut’un bir yanı, Avrupa şehirlerini anımsatan ışıltısıyla, ziyaretçilerinin aklını başına alıyor adeta. Bir diğer yanı ise savaşın izlerini, halen kan ve barut kokan sokaklarıyla sinesinde yaşatmaya devam ediyor. Doksanlı yılların başına kadar Hıristiyanı, Dürzisi, Müslümanıyla, herkesin birbirine ateş açtığı Beyrut’ta, iç savaşın sınır çizgilerini oluşturan yeşil hat hala bu izleri taşıyor.
Yıllar süren kanlı bir iç savaşa tanıklık eden ve de halen tehdit altında bulunan Lübnan’ın başkenti Beyrut zıtların bileşkesinden oluşmuş bir kent! Bir zamanlar silahların mevziilendiği caddelere bugün reklam panoları hakim. Bir savaş anında ise reklam panoları yine siper görevi görecek. Bir yıkılmış, bir imar edilmiş gittiğiniz zamana göre görünümü değişen Beyrut’ta bizi en çok şaşırtan Beyrut’ un kadınları oluyor…
YAKIN TARİH
ORTA DOĞUNUN PARİS’İ
On beş yıl boyunca iç savaş ardından hala durulmayan çatışmalar, İsrail işgalinin ardından bu küçük coğrafyanın kadınların hayatı ülkelerinin yazgısından çok etkilenmiş durumda. Güvenlik gelecek endişesi ve yoksullukla mücadele içinde geçen yıllar Lübnanlı kadınları dirençli ve daha yıkılmaz yapmış. Ama siyasette söz sahibi olamamışlar.
Kadınların siyasette yeterince söz sahibi olamamalarının sebebi ise Lübnan’ın kanlı yakın tarihinde aranabilir.
Lübnan 1920 den 1943’e dek Fransızlar tarafından yönetildi. Bugün bile Beyrut’un her yerinde Fransız etkisini görmek mümkün… Arapça’dan sonra en yaygın dil Fransızca… Daha sonraki yıllarda, dünyaca ünlenen kumarhaneleri ve renkli gece hayatıyla cazibe merkezi haline gelen Beyrut, Ortadoğu’ nun Paris’ i olarak anılmaya başlandı! Beyrut’ un bir diğer özelliği de, farklı ideolojilere mensup olan ama silahlı mücadeleyi eksen almış pek çok örgüt için o dönemden itibaren cazibe merkezi haline gelmesiydi! Tüm bu faktörler, paranın silahın ve fikirlerin özgür dolaşımına imkan veriyordu Beyrut’ ta! Fakat bu durum diğer siyasi faktörlerin de işin içine girmesiyle, tüm Lübnan’ı içine sürükleyen iç savaşın tetikleyicisi oldu!
SAVAŞIN ORTASINDA KADIN OLMAK
‘EL- HIYAM HAPİSHANESİ’
1975′ de başlayan Lübnan İç Savaşı 1990 yılına dek devam etti. Şiddet üzerine deneylerin yapıldığı bir laboratuarı andıran Ortadoğu’ nun çok dinli ve çok mezhepli ülkesi Lübnan’ da yaşananlar bugün dahi unutulmuş değil. Savaş Beyrut sokaklarını kana bularken, insan ruhunda da uzun yıllar unutulmayacak acı izler bırakmış. İşte bu yüzden Lübnan kadınlarını anlamak için öncelikle savaşta yaşananları öğrenmek gerekiyor .
Lübnan’ daki tüm dini ve siyasi grupların birbirleriyle çatıştığı kaos ortamına 1978 yılında İsrail işgali de eklenince yaşanan acılar kat be kat artmış! 1982 de işgalin sınırlarını genişleten İsrail’in sebep olduğu kıyım ve işkencelerden kadınlarda pay almış! Güney Lübnan’ın Hıyam beldesinde yaşayanlar o günlerin acı hatıralarını halen unutamıyor!
Dar hücreleri, Lübnan’ ın en soğuk bölgesinde insanlık koşularına uymayan tuvaletsiz koğuşlar, işkence odaları, mezarı andıran tecrit kabinleriyle Khıyam Hapishanesi, zihnimizde görüntüleri halen taze olan Ebu Gureyb’i hatırlatıyor bizlere.
Lübnan’da pek çok kadın tutuklanmış. Suçsuz oldukları halde cezaevlerinde yatmış, işkencelere maruz bırakılmış ve onurları çiğnenmiş kadınlar… Yaşananlar artık geride kaldı, ama onlar için topluma adapte olmak ve yeni bir hayatın kapılarını aralamak aradan geçen yıllara rağmen hiç de kolay olmamış!
KADIN SORUNLARI
Lübnan’ da savaş tüm başlıkların önüne geçiyor. Savaş bir yandan değişimi hızlandırırken bir yandan da kadın sorunlarını artırmış. Ülkede en son nüfus sayımı 1932’ de yapılmış. Seçmenlere göre nüfus tahmini yapılıyor. Bu tahminlerde Lübnan’ da kadınların nüfusunu üçte ikisini oluşturduğunu gösteriyor. Yani Lübnan toplumunun yarısından fazlası kadın. Ancak Lübnanlı kadınlar yaşadıkları acı tecrübeler sonucu sadece kadın sorunları ile ilgilenmeye çok da itibar etmiyorlar.
Lübnan on sekiz mezhebin buluştuğu bir ülke, bu farklılık doğal olarak, yaşanan geleneklere de yansıyor. Resmi olmayan araştırmalara göre, toplumun %31 inin Şii, %32 sinin Sünni, %28 inin ise Hıristiyan olduğu tahmin ediliyor. Geri kalan %8 ise, kendilerini Şiilerin amca çocukları Müslümanların bir parçası olarak tanımlayan Dürziler!
MEDENİ KANUNU OLMAYAN ÜLKE
Lübnan’da medeni kanun yok! Herkesin kendi mezhebine göre din adamlarının önünde evlendiği Lübnan’da çiftler evliliklerini tescil ettirebilmek için çoğu kez başka bir ülkeye gidiyorlar. Farklı dinler arasındaki evlilikler ise ancak uluslararası hukukun uygulandığı yabancı ülkelerde mümkün oluyor. 18 dini kanunun uygulandığı Lübnan’da evlenmek kadar boşanmak da sorun!
Lübnan’da iç savaşın ardından kurulan sisteme göre, ülkenin Cumhurbaşkanı Hıristiyan Marunilerden, Başbakan Sünni Müslümanlardan, meclis başkanı ise Şii Müslümanlar arasından seçiliyor. Her bir grubun parlamentoya sokacağı milletvekili ve bakan sayısı belli! Buna rağmen sistemin yeterince demokratik olmadığını savunanlar yok değil!
Lübnanlı kadınlar her şeye rağmen kendilerini ispat etmek, ülkelerinin geleceğine dair fikir ve planlarını hayata geçirmek istiyorlar! Fakat siyasi mercilerin ya da resmi kurumların içinde yer alamadıklarından ötürü sivil toplum hareketlerine yönelmiş durumdalar! Ama bu sivil toplum lider eşlerinin kontrolünde
Bağımsız sivil toplum kuruluşları ile siyasetçi eşlerinin himayeleri altındaki sivil toplum kuruluşları arasındaki bu tartışmalar, Lübnan’da hala devam ediyor!. Ancak sonuçta Lübnan da sivil toplum hayatında kadınların etken olduğunu söylemek mümkün.
REHABİLİTASYON MERKEZİ.
BM yardımlarıyla kurulan bu merkezin kuruluş amacı savaşta sakat kalan insanlara yardımcı olmak! Aynı zamanda özürlülere iş eğitimi ve istihdamı da oluşturuyor. Rehabilitasyon merkezi uluslararası standartlarda tedavi ünitelerine sahip. Ve barışa rağmen önemini yitirmiyor; zira savaş sona erdi fakat etkileri devam ediyor! İsrail askerleri çekilirken, bölgedeki mayınları temizlemediği için pek çok çocuk halen sakatlık tehlikesi ile karşı karşıya!
Onca yıl süren iç savaşın ardından bugün barış gelmiş ama siyasi dengeler yine de ip üstünde. Barışın bozulabileceği ihtimalini akıllarından çıkaramıyorlar. Bunun en bariz göstergesi ise, pencere ve balkonların dışına asılmış ve olası bir bombalamada karartma sağlayacak perdeler.
Her şeye rağmen Beyrut kendini yenilemeye devam ediyor. Uluslararası firmalar yeniden yapılanma da pay alabilmek için kıyasıya yarışıyor!
Soldier firması tarafından yeniden yapılan Şehitler Meydanı Beyrut’un en gözde mekanlarının başında geliyor! Buradayken bir Ortadoğu ülkesinde olduğunuzu unutuyorsunuz. Birbirinden güzel Lübnan yemeklerinin sunulduğu caddelere taşmış lokantaları ve kafeleriyle bu meydan merhum Başbakan Hariri’nin Beyrutlulara bir armağanı…
Beyrut sokaklarının en dikkat çekici özelliklerinden biri de bakımsız bir kadınla karşılaşma ihtimalinizin yok denecek kadar az olması! Beyrutlu kadınlar giyim ve kuşamlarına son derece özen gösteriyorlar. İster mini etekli olsun ister baş örtülü tüm kadınlar için geçerli bir durum bu!
EL-MENAR TELEVİZYONU
Sokaklarda tanıklık ettiğiniz özgürlüğün, televizyon ekranlarına yansıması ise uzun zaman almış Lübnan’ da! Gizli bir kuralmışçasına uygulanan ve senelerce değişmeyen bu durumu, Lübnan Hizbullah grubunun yayın organı El Menar televizyonu bozmuş! Lübnan televizyonlarının başörtülü ilk kadın spikeri olan Wafa Hudayt, Ekranda göründüğü ilk zamanlarda neler yaşadığını bizimle de paylaşıyor.
On beş yıl birbirleriyle savaşan Lübnan halkı, sonraki on beş yıl boyunca yeni bir Lübnan yaratmak, savaşın yaralarını sarmak ve barışı daim kılmak için el ele verdi. Fakat tarihler 14 Şubat 2005′ i gösterirken Beyrut; geçmişin karanlık yazgısını hatırlatan bir patlama haberiyle yeniden sarsıldı.
14 Şubat Lübnanlılar için unutulması zor bir tarih. Lübnan’ da özellikle gençler tarafından sevilen başbakan Refik Hariri’ nin bombalı bir suikast sonucu öldürülmesi toplumun her kesiminden insanın tepkisini çekti. O güne kadar Lübnan güvenliğinin bir bölümünden sorumlu olan Suriye güçlerinin, ülke içinde rahatsızlığa yol açan uygulamalarına da bir tepkiydi bu aynı zamanda… Suikastin ardından Hıristiyanıyla, Müslümanıyla tüm halk özellikle de gençler, yeni bir Lübnan için sokaklara döküldü.
BEYRUT ÜNİVERSİTESİ
Lübnan’da Beyrut Üniversitesi… Çok renklilik buraya da hakim. Dinleri ya da mezhepleri ne olursa olsun, gençler özgürce siyasi örgütlenme yapabiliyor. Okul yönetimini belirleyecek seçimler yaklaşırken, farklı siyasi yelpazelere mensup gençlerle, Hariri suikastı ve Lübnan’daki siyasi gelişmeleri konuştuk
Lübnan farklı dinlerin buluşma zaman zaman da çatışma mekanı olduğu kadar, yoksullukla zenginliğin, özgürlükle tutsaklığın yan yana durduğu bir ülke! Bunu en çok, Lübnan’ın lüks caddelerinden sadece bir yol ayrımı uzaklığa düşen Sabra Şatilla kampında hissediyorsunuz!
SABRA- ŞATİLLA KAMPI
Sabra Şatilla kampında Lübnan’ın başka bir yüzü ile karşılaşıyoruz. Beyrut’un kıyısındaki Sabra Şatilla Lübnan’daki on üç, Arap ülkelerindeki sayısız Filistin kampından sadece bir tanesi! Daha kötüsü olamaz dediğimiz koşullarda yaşayan, kamp dışında Lübnan’ın hiçbir yerinde çalışma hakkı olmayan, özgürlüklerin hiç birinden yararlanamayan, kimlikleri olmayan insanların sığındığı bir yoksulluk adası! Dar sokakların ve minik evlerin arasındaki hayatlar Lübnan gerçeğini bir kez daha vuruyor yüzümüze, ve bizler Beyrut’ta barışın bir diğer anahtarının da Filistin meselesine bağlı olduğunu bir kez daha anlıyoruz!
Her ev savaşın, yoksulluğun acılarını taşıyor. Bu kampta hiç biri geliri olmayan ve sadece yardımlarla geçinen pek çok aile var.
AYRILIRKEN
Filistin sorununu Beyrut’ ta daha iyi anladık. Toplantı merkezlerini tepesinden sarkan yangın söndürme tüplerinin altında, sokaklarda, kuşatmanın mahiyetini, kaynayan bir kazanın ortasında yaşamanın ne demek olduğunu, her şeye rağmen hayatın galebe çaldığını, fanatizmin sonuçlarını gördük. Lübnan’da saldırılarda yakınlarını kaybetmeyen kimse ile karışlaşmadık. Belli ki burası bir laboratuar olarak seçilmişti. Deneyler yapılmış hala da yapılmaya devam ediyordu. Farklı inanç ve kesimlerden pek çok insanla görüştük. Her birinin Ortadoğu sorununa yaklaşımı farklı oldu. Ortak oldukları tek nokta ise İsrail karşıtlıkları idi. Halkın İsrail karşıtlığına rağmen, yerel yönetimlerin Amerika-İngiltere ile devam eden ittifakı İsrail’in de bu deneyin bir parçası olup olmadığı sorusunu zihinlere getiriyor. Yoksa İsrail düşmanlığı istenen ve işlerine gelen bir şey mi? Acaba İsrail düşmanlığı bölgede gerçek sorunları perdeleyen bir unsur olarak mı kullanılıyor?