23.03.09 - Çölde yıldızlar üstüme düşecek gibiydi
Hürriyet – Seyahat – Serhan YEDİG
Gazeteci, televizyoncu, AKP kurucularından Ayşe Böhürler (45) yüzünü Doğu’nun zenginliklerine dönen gezginlerden. 2006’da 12 Müslüman ülkeyi gezip, “Duvarların Arkasında Müslüman Ülkelerde Kadın” adlı TV belgeselini hazırladı. Yoğun iş temposuna, 15, 18 ve 21 yaşlarında üç çocuk annesi olmasına karşın yılda en az bir kez farklı coğrafyalara keşif gezisine çıkıyor. İki yıl önce, bir haftalığına gittiği Umman’da en çok Bedevilerden etkilendiğini söylüyor. “Çölde Bedevilerin yaşamına tanık olmak, gece gökyüzünü, gündoğumunda kumların değişen rengini izlemek için gitmeye değer” diyor.
İlk uzun yolculuğumu, ilkokul üçüncü sınıfta Almanya’ya yaptım. O kadar meraklı bir çocuktum ki İstanbul’dan Almanya’ya pilot kabininde yolculuk yapmıştım. Essen’de iki ay kaldım. Hatta bir Alman okuluna gittim. Essen, düzenli ve sıkıcı bir şehir olarak kaldı hafızamda. Bisikletle okula giden çocuklara imrendim, kırtasiyecilerdeki ürün çeşitliliğinden büyülendim. Sonraki yıllarda seyahat fırsatı bulamadım. Evlenip çocuk sahibi oldum, 1988’de Nürnberg’e gittim. Katıldığım sempozyumun telaşından şehirle ilgili neredeyse hiçbir ayrıntı kalmadı hafızamda.
Gezginliğim 1997 sonrasında gelişti. Umre ve daha sonra hac için Suudi Arabistan’a gittim. 2006’da Kanal 7 için Müslüman ülkelerde kadının durumunu anlatan bir belgesel hazırladım. Yemen’den Malezya’ya 13 ülke gezdim. Herbirinde 10-15 gün kaldım. Son sekiz yıldır arkadaşım Nuray Mert’le gezilere çıkıyorum. Ağırlıklı olarak Doğu ülkelerini geziyoruz. Zaten Avrupa’daki birçok ülkeye iş amacıyla defalarca gittim. Avrupa’da hayat durağan, sürpriz yok. Oysa Doğu’daki ülkelerde her sokağın başında bir sürprizle karşılaşmak mümkün. Birbirine benzediği sanılan Afrika ülkelerinin bile birbirinden çok belirgin farkları var. Kuzey Amerika ülkelerini hiç merak etmiyorum. Gelecekte Latin Amerika ülkelerini görmek istiyorum. Ayrıca Afganistan, Irak, Güney Afrika’ya gitmek istiyorum.
Beni ülkelerin doğasından çok kültürü, günlük hayatı çeker. Okuduğum kitap, araştırdığım konu, Woody Allen’ın Barselona’sı gibi bir film seyahat fikrine dönüşebilir. Yola çıkmadan araştırma yapar, işimi rastlantıya bırakmam. Gittiğim ülkelerde tanıtım ve imaj için hazırlanmış turistik mekanlar, müzeler yerine öncelikle sokaklara çıkıp gerçek hayatı görmeyi tercih ederim. Örneğin, Kahire’ye defalarca gittim, ara sokaklarda yürüdüm, kahve içtim, sohbet ettim, ama Kahire Müzesi’ne zaman ayırmadım. Mutlaka yerlilerin evine konuk olmak, sofralarına oturmak, ailelerle sohbet etmek isterim. İş için gittiğim şehirlerde bile araç kiralayıp etraftaki köyleri, kasabaları keşfe çıkarım.
BAHARAT VE ÇİÇEK KOKUYORDU
Umman’a aralık ayının son günlerinde gittik. İstanbul’da kar yağıyordu. Maskat’ta uçağın kapısı açıldığında buhar banyosuyla karşılaştık. Haziranda 38 dereceye kadar yükselen sıcaklık, aralık-mart arasında en fazla 25 dereceyi buluyormuş. İlk dikkatimi çeken, sokaklardaki baharat, çiçek kokularıydı. Kentin tarihi bölgesinde, sömürge günlerinden kalma bir otele yerleştik. İngiltere’de askeri eğitim alan Sultan Kabus, demir pençesiyle yönettiği 2,5 milyon nüfuslu Umman’ı son 30 yılda Batılı yaşam standartlarına uydurmuş. Din, Vahabilikten uzak. Umman’da yaşayan çok sayıda Hintli’nin de etkisiyle, dine farklı bir yorum getirilmiş. Modern binaların yanı sıra Akdeniz mimarisi dikkat çekiyor. Gelişmiş sulama sistemiyle yollar, parklar çiçeklendirilmiş. Karayolları elektronik sistemle denetleniyor, şehir pırıl pırıl. Çok düzenli, sakin, sessiz, halkı çok temiz, turistlere karşı çok nazik, misafirperver. Erkekler bembeyaz giysiler içinde. Başlarına diğer körfez ülkelerinden farklı renkte, desende sarıklar takıyorlar. Kadınlar siyah giysili, başörtüleri rengarenk. Peçelilerin sayısı azalıyormuş. Renkli giyim modernleşme simgesi olmuş. Genç üniversiteli kızlar makyaj yapıyor. Karşılaştığım bir İspanyol kadın gezgin “En rahat ettiğim körfez ülkesi Umman” dedi. Batılılara kıyafet zorunluluğu yok. Askılı bluzla bile gezilebiliyor. Gündüz sokaklar çok sakin. Saat
13.00-15.00 arası herkes uykuda. 17.00’de hayat canlanıyor, gece yarısına kadar sokaklar hareketli. Eğlence mekanları çok sınırlı. Halk çarşılara, sahildeki parklara, kafelere gidiyor. Hafta sonunda çöle, dağlara ya da dalmaya gidiyorlar. Gençler spora yönlendiriliyor. Kız basketbol takımı bile kurulmuş.
Çok yoğun sulama yapıldığı için yollar, parklar ağaçlı, çiçekli. Akdeniz mimarisi egemen. Maskat’ın dışına çıkıldığında yüksek duvarların ardındaki malikaneler göze çarpıyor. Maskat’ın tarihi bölgesi İstanbul’un Kapalıçarşı’sı gibi. Dar sokaklara kumaşçılar, bugurdanlık, gümüş kılıç, gemi maketi satan dükkanlar sıralanmış. Balıkçılık, sandalcılık gelişmiş. Balık çarşısında, balıkçılar kareli etek giyiyor. Sahildeki balıkçılar av dönüşü en değerli balıkları alıp, ağları ortada bırakıyor. Yoksullar diğer balıkları alıp, ağları temizliyor. Hizmet sektöründe çoğunlukla yabancılar çalışıyor. Bürokrasi Batılı yaklaşımla saat gibi işliyor. Umman’da her türlü Batılı restoran bulunuyor. Suriye, Lübnan ve özellikle Hint restoranları çok popüler. Yemekler et, pirinç ağırlıklı. Balıkları lezzetli. Her evde bir Uzakdoğulu hizmetçi bulunmasına karşın, çoğunlukla yemekler restoranlardan alınıyor.
CİPLİ BEDEVİ KADINLAR
Ülkenin Umman Denizi kıyısındaki diğer kentlerinde geleneksel yaşam egemen. Sınıra yakın Salale’de Yemen’in izleri görülüyormuş. Biz, Bedevilerin hayatını görmek için ülkenin iç bölgelerine yöneldik. 3300 metre yüksekliğindeki Şam Dağı’nın eteğindeki Nazva’ya gittik. Bu kasaba, Maskat’a karayoluyla iki saat uzaklıkta. Tarihi kalesi, çarşısı korunmuş. Evlerin bahçesinde mutlaka çiçek var. Balık pazarında kurutulmuş balıkların yanında dev taze balıklar açık artırmayla satılıyor. Kentin dışı çöl. Pazara keçi satmaya gelen bir Bedevi kadınla tanıştık. Satışı onun adına erkekler yapıyordu. Daveti üzerine çöldeki çadırına gittik.
Bedeviler deve yetiştiriciliğinden çok para kazandıkları, ekonomik durumları iyi olduğu halde çölde, kıldan çadırlarda mütevazı bir hayatı tercih ediyor. Yıl boyunca çölde yer değiştiriyor. Toplam nüfusları üç bin civarında. Elektrikleri var. Kadınlar ciplerine atlayıp, suyu yakındaki kasabadan getiriyor. Çadırların içinde bölme yok. Yatak odası, mutfak içeride, tuvalet dışarıda. Kadınlar keçi yetiştiriyor. Kilim dokuyor, hediyelik eşya üretip turistlere satıyor. Çok misafirperverler. Mutlaka kahve, hurma ikram ediyor, sohbetten, erkeklerle diyalogdan kaçınmıyorlar.
Çölde bir kampta kaldık. Restoranı, odalarında banyosu vardı. Gece ateş yakıldı, konuklar başında toplandı. Etraf zifiri karanlık ve benim için biraz ürkütücüydü. Gökyüzü yıldız doluydu ve yıldızlar sanki üzerime düşecekmiş kadar yakındı. Gündoğumu başlıbaşına bir görsel şölendi: Ufuk aydınlanıyor, kumlar her dakika renk değiştirmeye başlıyor. Çölde kum ve gökyüzüyle başbaşa kalmak, sessizlikte düşünmek çok güzel.
Üç gün boyunca çölde yol aldık, çevresindeki kasabaları gezdik. Bölgede yaşayanların sade hayatlarını gözlemledik. Mutlaka rehberle gitmek gerekiyor, çünkü yabancı dil bilen çok az. Umman çöllerindeki yaşam, Basra Körfezi’ndeki diğer ülkelere oranla çok daha doğal. Biz çölü ve Bedevileri görmeyi tercih ettik. Bunun yerine sahildeki balıkçı kasabaları da gezilebilir. Dalış yapılabilir, su altı mağaraları, mercan kayaları görülebilir.
en sevdiği beş yer
· Cakarta · Kahire · Şam · Beyrut · Padang (Endonezya)
ne okur
İngilizce yerel gazete, dergi, rehberler
neyle seyahat eder
Uçak, kiralık otomobil
çantasının vazgeçilmezleri
Su, biskivü, not defteri, fotoğraf makinesi, kartvizit
kimle seyahat eder
Nuray Mert veya çocuklarıyla
ne yiyor
Standart yiyecekler
ne giyer
Spor, rahat giysiler
ne alıyor
Yerel objeler, elişi ve hediyelikler