
Hülya Avşar
Sanatçı
Türkiye’deki kadın meselesine yaklaşım farklarını ortaya koyarken sinemadan sahneye, dergi yöneticiliği, ticaret ve sivil topluma kadar pek çok alanda çalışma yapan bir isim olan Hülya Avşar’la da mutlaka görüşmemiz gerektiğini düşündük. O, Türkiye’nin en yüksek tirajlı kadın dergilerinden birisinin yayın yönetmenliğini yapıyordu… Kadın temalı filmlerde oynuyordu. Peki kadın sorunlarına ne kadar vakıftı? Hülya Avşar her ne kadar medyada daha çok özel hayatı ile yer alsa da, uğraş verdiği pekçok alanda başarıyı yakalamış bir isim. Görüşlerini söylemekten hiç kaçınmıyor. “Kadın Severse” dizi filminin setinde yaptığımız görüşmede de öyle oldu. Kendisini muhafazakâr olarak tanımlıyor, aile değerlerin korunması gerektiğini savunuyor. Feminizme ve Avrupa Birliği’ne karşı. Sadece “Başbakan eşi veya bakan olsaydım sivri şeyler yapardım!” sözünü açmasını istediğimizde açık konuşmaktan kaçındı. Geri kalan bütün soruları açık yüreklilikle cevapladı. Biz de ona sadece kadınları ve Türkiye’yi sorduk.
“Benim için korunması gereken tek şey sadakat…”
Ben aşiret kızıyım. Türk, Kürt hatta Yörüklük gibi birçok unsur var ailemde. Fakat ben sıkı bir aşiret ortamında bulunmadım. Hep büyük şehirde yaşadım. Sülalemin çoğu Doğu’da yaşıyor. Korunması gereken gelenek ve göreneklerimiz muhakkak ki var. Aile içerisinde sadakat çok önemli. Fakat benim gibi İstanbul veya Ankara’da yaşayanlar bu kadar katı değil. Kadın ilk evlendiği kişiyle cinsel ilişkiye girilir diye katı bir kural yok bence. Böyle maddesel, insanları görsellik açısından hem iyi hem kötü etkileyecek herhangi bir şeyin düşüncelere ve hayat şekline yansımasına her zaman karşıyım. Benim için de korunması gereken tek şey sadakat.
“Feminizmin hırstan doğan bir şey olduğunu düşünüyorum…”
Öncelikle şunu söyleyeyim: Hiçbir şekilde feminist değilim. Feminizmi çok da kabul edemiyorum. Allah rahmet eylesin, Duygu Asena’yla bu konuda yıllarca tartışmalarımız oldu. O zaman Günaydın gazetesinde yazıyordum. “Feminizmi Kollayan Herkes, İcraatı Olmayan Lezbiyenlerdir” şeklinde bir yazım çıkmıştı. Yazdıklarım çok ağırdı ama bunlara daima inanmışımdır. Bence kadınla erkek arasında manevî anlamda bir takım duygu farklılıkları olmalı. Kadın her zaman bir erkeğin koruması altında olmalıdır. Bence bir erkek, bir kadın ilişkisinde muhakkak bir sahiplenme olmalıdır. Bir erkek, erkek gibi olmalıdır; evin içinde bir kişi hep bir adım önde olmalı. Çocukların aile içerisinde muhakkak bir kişiyi daha farklı görmeleri gerekiyor. O zaman saygınlık oluyor diye düşünüyorum.
Feminizmin hırstan doğan bir şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü feminizm dendiği zaman bir şey beni itiyor. Halbuki onun adı başka bir şey olsa belki daha mantıklı gelecek.
“Ben hâlâ eşine hizmet eden bir kadınım…”
Feminist değilim ama bence kadınla erkek eşittir. Ben de çalışıyorum, o da çalışıp para kazanıyor. Fakat bu demek değildir ki, ev içerisinde erkek kadınla aynı hareket edecek. Açıkçası ben böyle bir erkekle yapamam. Ben hâlâ eşine hizmet eden bir kadınım. Onun için çok fazla feminizme yakın duramıyorum. Bu kadın hareketi meselesinde de beni hiçbir zaman engellemiyor. Çünkü onun da, ona göre uygun savunmamız gereken tarafları var ama savunmamamız gereken tarafları da var.
“Ben sadece bir sanatçı değilim; aynı zamanda anneyim, vatandaşım ve kadınım…”
Kadın aile içerisindeki davranışlarıyla aile dışı davranışlarını birbirinden ayırmalı. Kadın çalışmalı, başbakan olmalı. Kadın da erkek gibi düşündüğünü söylemeli, çekinmeden hareket edebilmelidir. Fakat kadın evin içinde aile olmalıdır.
Kadın toparlayandır; erkek istese de bunu yapamaz. Çünkü elini taşın altına koyan ve birçok erkekten çok daha akıllı olan kadınlar var. Ben kendimi birçok erkekten; hem politikada, hem de iş hayatında çok daha akıllı görüyorum. Bundan iki ay kadar önce şehit düşen askerler ve anneleriyle ilgili bir yazı yazdım. İçimden geldi. Her kafadan bir ses çıktı “Sen kim oluyorsun da bu işe el atıyorsun.” diye. Ben sadece bir sanatçı değilim ki; aynı zamanda anneyim, vatandaşım ve kadınım. Duygularımı tabii ki söyleyeceğim, tabii ki taraf olacağım.