Marina Mahathir
EŞİTLİK VE ÂDALETİ SAVUNMAK, BATI’NIN TAŞERONU OLMAK DEĞİLDİR
Mahathir, dünyada idealist Müslüman lider imajı ile tanınsa da ülkesindeki Müslüman liderlerin çoğundan, liberal düşünceleri ile ayrılıyor. İslâmî ülke olmanın anayasadaki “İslâm” ibaresiyle veya şeriatın belli kurallarının ülkede uygulanması ile ölçülemeyeceğini savunan Mahathir’e göre; bir ülke ancak âdaletli olursa, halka refah ve modern hayat standartları sağlarsa Müslüman bir ülke olabilir. Bu düşüncelerle Malezya’nın kalkınmasını başarılı bir şekilde tamamlayan Mahathir’in kızı Marina Mahathir de babasının öğretilerinden yola çıkarak, kendisi gibi ayrıcalıklı olmayanlar için bir şeyler yapmayı amaçlamış. Kadınlar onun gözünde, her toplumda olduğu gibi Malezya’da da en fazla ayrımcılığa uğrayan kesim. Kadın hakları için verdiği mücadele yanında, AIDS ile mücadele için oluşturduğu sivil toplum kuruluşunda on yıldır çalışmalarını sürdürüyor. Film ve TV program yapımcısı, gazete yazarı… Topluma ters düşen ifadelere yazılarında, film ve programlarında yer vermekten kaçınmıyor.
Malezya her şeyin konuşulabildiği ama herkesin özgürce konuşamadığı bir ülke. Marina, Mahathir’in kızı olması sebebiyle ayrıcalıklı olduğunu, ülkesindeki sansüre rağmen özgürce konuşabildiğini söyleyenlere ise karşı çıkıyor. Ama ne yaparsa yapsın o yine de Başbakan Mahathir’in kızı…
Bütün hayatım boyunca, başta annem olmak üzere, çok iyi kadın rol modellerim oldu. Annem ülkedeki ikinci Malay kadın doktor idi. Her zaman çalışırdı; pek çok yüksek başarıları ve ilkleri vardı. Halk Sağlığı Enstitüsü Başkanı olarak kariyerini tamamladı.
Çalışmaya başladığımda da patronlarım hep kadın oldu. Dolayısıyla bu konuda şanslıydım.Kamusal bir rol üstlenmeye başladığım zaman sorunlar yaşamaya başladım. Özellikle HIV, AİDS konusunda çalışmaya başladığım zaman sorunlar arttı. Biraz sansasyonel olan bu tür konularda açık konuşmak zorundaydım. Çünkü bir başbakanın kızıydım. Ben göreve başladığımda kimse AIDS hakkında konuşmuyordu. Oysa bana göre bu mesele hayat memat meselesi. Eğer doğruyu anlatmazsanız insanları enfeksiyon kapmasına ve ölmesine izin vermiş olursunuz. Bu endişeler beni kamusal alanda çalışmaya itti. Başkanın kızı olmam bazı kapıları açamama yardım etti. İnsanları bu konuda çalışmaya ikna etmeyi ben başardım. Öte yandan insanlarda “AİDS’e karşı kampanya destek alıyor çünkü, Marina başkanın kızı.” şeklinde bir duygu olduğunu biliyorum. Bu yorumları duymamayı ve insanların AİDS için samimi bir endişe duyduklarını düşünmeyi tercih ediyorum. Şimdi babam görevden ayrıldı. Yine de durum değişmedi. İnsanları, bunun ciddî bir sorun olduğuna ikna etmek için 10 yıl geçirdim.
Diğer bir husus ise; babam siyasi bir şahsiyet olduğu ve herkes ona katılmadığı için bazen ikincil bir hedef olarak kullanıldığımı hissediyorum. Eğer onu vuramazlarsa beni vuruyorlar. Bağımsız bir şahsiyet olmama, devleti temsil etmememe rağmen insanlar “Bu kadın bunu söylüyorsa devlet de buna katılıyor demektir.” diyorlar. Ama bu doğru değil.
“Sansüre rağmen, tabu hâline gelmiş konuları ele alan programlar yapıyoruz…”
Kısa bir süre önce genç kadınlar hakkında yeni bir film çektim. Çünkü genç kadınlar için bir televizyon programı yapıyorum. Bu program genç Malezyalı kadınlara farklı fikirler, seçenekler vermeye çalışan bir program. 5 yıl boyunca çok başarıyla devam etti. Bir Internet sitemiz var, orada her çeşit sorundan bahsediyoruz. Şimdi aynı ruh ve fikre sahip, kendi alanını ve tercihlerini seçmek için sıkı durabilen genç bir kadın hakkında uzun metrajlı bir film çektik. Hâlâ “Sansür kurulu bunu geçirir tabii, çünkü yapımcısı Marina…” diyen insanlar var. Bundan çok rahatsız oluyorum çünkü hiçbir şekilde sansüre gerek olmayacak bir film yazdık. Sansür kurulu daha önce koca bir bölümü yasakladı ve bazı kısımları kesti. Sansür kuruluyla başım çok belâya girdi ama insanlar hâlâ bana dokunulmadığını zannediyorlar.
“Din adına yapılmış kötülük ve âdaletsizlikten en çok kadınlar etkileniyor…”
Dinim konusunda çok eğitimli olduğumu düşünmüyorum ama kendimi iyi bir Müslüman olarak görüyorum. İnsanlara yardım etmek için elimden geleni yapıyorum. Suçu dinde bulmuyorum. Din eğer doğru bir şekilde uygulanıyor olsaydı ki, bana göre bu diğer insanlara bakmak, eğitimli olmak ve insanlara karşı âdil olmak anlamına gelir, durum daha farklı olurdu. Maalesef pek çok vakada din adına yapılmış kötülük ve âdaletsizliklere rastlıyoruz. Bundan en çok etkilenenler de kadınlar oluyor. Bu acı bir şey aslında. Dininizi iyi bir şey olarak düşünmek istiyorsunuz ama dinin koruyucuları olduklarını iddia eden insanlar çok kötü şeyler yapıyorlar. Örneğin burada bütün HIV’li insanları bir adaya koyalım diyen bir din adamı var. Bu belki 20 yıl önce; insanların AIDS’ten hiçbir şey anlamadıkları bir zamanda söylenebilirdi. 2005 yılında hâlâ böyle bir fikir ortaya atılıyor ve bu fikir Müslüman bir din adamından geliyor. Bu sadece cahillikten kaynaklanıyor. Bu ülkede HIV virüsü kapmış olan 65,000 insan var. Onları uzak bir adaya koyduğunuzda onlara kim bakacak, geride kalan yakınlarına ne olacak? Böyle fikirler bir numaralı din adamı tarafından ortaya atıldığında kimse bir şey demeye cesaret edemez. Bu bana göre bir tabu ve ayrımcılık yaratıyor. Kimseyi hayra yöneltmiyor ve çok merhametsiz bir İslâm imajı veriyor. Bu yüzden bu tür şeylerle mücadele etmek zorunda olduğumu hissediyorum.
“Üniversitede çoğunluk kadın ama çalışma hayatında öyle değil…”
Sanırım Malezya’da bağımsızlıktan bu yana devamlı ilerlediğimiz ve eğitime çok önem verdiğimiz için oldukça gelişmiş bir ülke hâline geldik. Bu kadınlar için çok iyi oldu. Kızlar büyük oranda okuyorlar. Okur yazarlık seviyesi o kadar yüksek ki okumamışlık oranı neredeyse hiç yok. Örneğin üniversitelerde şöyle bir durum var: Lisans mezunlarının % 60’ı kız. Erkekler, bu durumun bir problem olduğunu düşünmeye başladılar. Erkeklerin okul başarılarının neden düştüğünü incelemek yerine, okumaları için bazı kolaylıklar getirdiler. Diğer taraftan iş piyasasına baktığınızda, kızlar üniversiteyi bitirdiklerinde iş gücünün % 60’ını oluşturmuyorlar. İnsan Gelişim Kaynakları raporu yeni yayımlandı. Malezya’da kadının güçlendirilmesi indeksi o kadar yüksek değil. Çünkü meclisin % 13 kadarı kadın. Maliye ve idarede sadece % 24 oranında kadın var. İş yerlerinde bu oran % 40 ve hâlâ erkeklerin kazandığının % 47’sini kazanıyorlar. Üniversitede çoğunluk kadın olduğu hâlde iş hayatında durumun böyle olmasının sebebi ne?
“Müslüman kadın için âdalet bulmak zor …”
Anayasamızda, cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılmaması hususunda 2 yıl önce düzenleme yapıldı. Ama alt düzeyde hâlâ oluyor. En meşhur vaka millî havayollarındaki erkek hosteslerden önce işi bırakmak zorunda olan hosteslerin vakasıydı. Onların 2 veya 3 çocuktan fazlasına sahip olmalarına izin verilmiyor. Aksi takdirde işlerine son veriliyor. Ama erkeklerin 10 çocuğu bile olsa bu sorun oluşturmuyor.
“Malezya’da, bütün modern görünüşe rağmen, erkek egemen görüş hâkim…”
Malezya’nın bütün o modern görünüşüne rağmen, İslâm konusunda hâlâ erkek egemen tipte bir zihniyetle yönlendiriliyoruz. Kanunlar her zaman erkekler tarafından tefsir ediliyor ve çoğu zaman, kadınlar bundan zarar görüyor. Çok eşlilik var çünkü İslâm’da buna izin veriliyor.
Malezya 13 eyaletten oluşan bir federasyondur. Federal hükümet, iki alan hariç her şeyi yönetir; bunlar toprak ve dindir. İngilizler böyle yaptılar, federasyon kurulduğunda biz de bunu böyle kabul ettik. Bu yüzden her bir eyalette İslâm hukukunun az da olsa, değişik yorumlandığını görürsünüz. Öyle ki 13 tane farklı yorum var. Bu çok komik. Çünkü din aynı din. Erkek ikinci bir eş almak istiyorsa şöyle bir gezip dolaşabilir. Bir eyalette eğer imkân yoksa başka bir eyaletten alır hanımı. Meselâ bize komşu olan Selangor eyaletinde çok uzun yıllar “Eğer ikinci bir eş almak istiyorsan birinci eşinin imzalı iznini almak zorundasın.” diyen bir kanun vardı. Bu kanun büyük babam tarafından koyulmuştu. Çünkü çok uzun zaman önce büyük babam din işlerinde çalışıyordu ve çok eşliliği asla onaylamıyordu. Bu durumda ailelerde bir sürü sürtüşme çıkarttığına inanıyordu. Dolayısıyla o zaman kadınları korumak için kanunumuz vardı. Ama 30 ya da 35 yıl sonra, eyalette yüksek kademeden biri evlenmek istediğinde bunu kolaylaştırmanın bir şekilde yolunu buldular. Bazen erkekler Müslüman olan güney Tayland’a kaçıp orada evlenirler ve geri döndüklerinde bunu sadece onaylatmaları gerekir. Kadınlar bütün bunlardan dolayı aslında risk altındalar. Çünkü birinin bunu size ne zaman yapacağını bilmiyorsunuz.
Son zamanlarda bütün eyaletlerde kanunlara bir standart getirmek için kadın grupları tarafından hükümete baskı yapıldı. Bazı eyaletler bunu kabul etti, bazı eyaletler düşünüyor, bazı eyaletler düşünmeye başlamadı bile. Bu, epeyce zaman alacak gibi görünüyor. Çünkü bence bu siyasi bir şey. "Bu benim alanım; benim işim bana öğretilmeye kalkışılıyor!" şeklinde hissediyorlar. Son zamanlarda ilk eşi korumak için bazı adımların atıldığını bildirdiler. Öyle ki erkek ikinciyi almadan önce ilk eşiyle mallarını bölmek zorunda, ilk eşe sigorta yaptırmak zorunda. Bu durum ikinci evliliği zorlaştırıyor ve aynı zamanda kadının da emniyette olmasını sağlıyor.
“Batı’nın taşeronu değiliz. Liberal İslâm’ı, mazbut İslâm olarak anlıyoruz…”
İslâmî bir parti olan bir muhalefet partimiz var ve şu anda bir eyaleti onlar yönetiyor. Bu parti bazen hükümetten daha Müslüman olduğu oyununu oynar. Hükümet kendisinin de İslâmî olduğunu ispatlamaya çalışarak tepki gösterir. Dolayısıyla biz iki ateş arasında kalırız. Bunun gerçekten İslâm mı yoksa siyaset mi olduğunu görmek zorundasınız. Bu sivil toplum kuruluşlarında, insan hakları alanında çalışan kadınlar olarak, bizim için bir endişe kaynağı. Bu durum kullanılıyor; ama kullanılmamalı.
Bence bunun büyük bir kısmı tarihimizden ve siyasi geçmişimizden gelen belli bir zihin yapısı. Bazen insanlar hangisinin gerçek din olduğunu bilemezler. Bugünlerde Malezya’da liberal İslâm denen şeye karşı çıkan insanlar var. Endonezya’da da yaşanıyor bu. Sorunlarının ne olduğunu anlayamıyorum. Onlar buna liberal İslâm diyorlar biz ise mazbut ve ilerlemeci İslâm diyoruz. Biz İslâm’da mevcut olan kadın haklarını yaymaya çalışıyoruz. İslâm’da mevcut olan diğer insanlara ilgi ve merhamet gösterme kaidesini yaymaya çalışıyoruz. Eşitlik, âdalet ve hakkaniyeti savunuyoruz ama bizi acımasızca eleştirerek Batı’nın taşeronu olduğumuzu söylemeye çalışıyorlar. Ben her zaman “Siz gösterin o zaman, nasıl âdil ve merhametli olacağınızı!” derim. Benim ilgilendiğim İslâm da bu. Bence İslâm çeşitliliğe izin veren bir dindir ki müzakere edebilelim. “Ben haklıyım, sen kapa çeneni!” şeklinde bir yaklaşım doğru değil. Bana göre bu zaten İslâmî değil. Ama işler bu yönde gidiyor ve bu son derece üzücü.
“Kadınların güçlenmesi aileyi parçalamaz…”
Müslüman ülkelerde şöyle bir korku var: Eğer kadın güçlenirse aile zayıflar ve parçalanır. Bir kere bu çeşit bir yaklaşım erkeklerin ailede hiçbir rolü olmadığını varsayar. Dolayısıyla eğer kadını çekerseniz aile yıkılır. Peki erkek ne yapıyor? Bana göre bu erkeğe de bir hakarettir. Kadına daha fazla yetki verdiğiniz için aile yıkılmayacaktır. Çünkü kadınlar doğal olarak her zaman aileyi düşünürler. Ailesini düşünmeyen ve hayatta ne istiyorsa onu yapan hiçbir kadın tanımıyorum. Meselâ Malezya’da kadınlar çalışıyor; aileler parçalandı mı? Parçalanmadığı gibi daha sağlıklı aileler ortaya çıktı. Çünkü kadınlar eğitimliler.