Munîre Revânîpur
Yazar
Münire Revanipur dünyaca ünlü İranlı bir yazar. Feminist düşünceleriyle tanınıyor. Munire Revanipur’u Tahran’da evinde ziyaret ettik. Ramazan nedeniyle oruçlu olduğumuzu, örtülerimizin sadece İran için olmadığını öğrenince çok şaşırdı. Ülkesindeki aşırı muhafazakarlardan korkuyordu. Yabancı ülkelerden gelen tekliflere rağmen ülkesinde yaşamayı tercih ediyor. İran’ın ünlü güreş şampiyonu Tahti’nin oğlu ile evli. Muhalif fikirlerini seslendirmekten kaçınmıyor. İçinden geldiği gibi konuşan bir kadın yazar olarak, kameralarımıza başı açık konuşmaktan da endişe etmedi. Tek hedefi özgürce yazabilmek.
Kültürlü, siyasetle ilgili bir ailede büyüdüm. Büyükbabam, Rıza Şah devrinde sürgüne gönderilmişti. Bu atmosferde bizler memleketimizde olup biten meselelerle az çok tanışık olarak yetişiyorduk.1991 yılında önümüz açıldı. “Çelik Kalp” ve “Garp Ehli” dışında yedi tane kitap yayınladım. 1994’ten bu yana davet edildiğim Dünya Kültürleri Evi Kurumu programları, Avrupa ülkeleri kitap fuarları, Avrupa yazarları oturumlarına katıldım. “Ateş Kenarındaki Kül” “Frankfurt Hava Alanındaki Kadın” “Nazlı” çok sevildi.Halihazırda yayınlanmayı bekleyen ama İslâmî Kültür Bakanlığı’na vermeğe cesaret edemediği dört kitabım var. Çünkü devletin hukuku değişti. Hâtemî döneminde önümüzde açılan ufuk şu anda görünmüyor. Bu kitapları iki yayıncıya verdim, o yayıncılar biz, bu kitapları Bakanlığa onay almak için bile veremeyiz, diyorlar.
Hayatta kalmak kalıcı olmak için yazıyorum…
Yaşayabilmek için yazıyorum. İnsan hayatta kalmak için yazıyor. Sanatçı aslında her türlü sanatsal etkinliği ölümlülükten kurtulmaya, ölümü kendinden uzaklaştırmaya çabaladığı için gerçekleştiriyor. Benim ülkemin dışında yaşama imkanım var, her Avrupa ülkesinde yaşayabilirim. Yazarlar merkezinden 134 kişinin imzasını taşıyan bir bildirinin ardından 7 Avrupa ülkesi bizlere ülkelerinde ikamet etme ve sığınma imkanı tanıdı. Ancak ben, ülkemde yaşamayı tercih ediyorum. Gönlüm istiyor ki, burada iyi bir hayat sürdürebileyim.Ben, başbakan ,cumhurbaşkanı olmak istemiyorum. Hiçbir makam ve rütbe istemiyorum. Bir insan, bir yazar olarak yazmak için rahat etmek istiyorum. Ne yazıp ne yazmayacağımı bana buyurmasınlar. Yazının yaşamın, sanat işinin alfabesi olduğunu düşünüyorum, şöyle ki, sanatçının yazması için özgür olması gerekir.
Ne yazacağımı bana buyurmasınlar
Bakınız, “Şeytan’ın Taşları” sansüre uğradı. Özel bir sansür olduğunu söylediler ve sorularıma cevap vermekten kaçındılar. Bugüne kadar da cevap almış değilim. Yazıya dair tasarılarımı hep gelecek yıllara ertelemiştim. Şimdi onları yazmamın zamanı geldi. Yazacağım konular bana dayatılamaz. Eğer, senin bu tuz kabı konusunda yazman istenmiyor deseler bile, bu bana yöneltilmiş bir sansürdür. Hâtemî döneminde yeni eserler yazma, mevcut bazı eserlerimi bastırma konusunda uygun bir ortam oluştu. Farklı sorunlar olmadı değil ama onlar artık ayrı bir bahis. Sözgelimi, Melek isimli romanımı ele alalım. Bu romanda gökten yere inen bir melek, kabirdeki ilk gecesinde bir erkekle konuşmağa başlıyor ve bu melek nihayet yer yüzünde kalıyor. Ben bu kitabı yayıncılara vermeğe cesaret edemiyorum. İki yayıncıya verdim. Sorularım var bu konuda, niçin soru sormamamı bekliyorlar. Niçin tıpkı bir aptal gibi, anlamadığı halde anlamış gözüken biri gibi başımı sallayıp duran biri olmamı istiyorlar. Onların dikte ettikleri her şeyi yapmam beklenemez benden. Eğer başkalarının direktiflerine göre hareket etmem uygun bir durum olsaydı, Allah bana düşünce vermezdi, akıl vermezdi, el-ayak vermezdi.
Kadınlar için yazı en iyi çıkış yolu
İran’da pek çok kadın yazar var, bunun sayısız sebepleri var. Öncelikle bir muhit kapalı olduğu zaman,etkinlikler sınırlı olduğunda biriken enerjinin bir yere boşaltılması gerekir. Sonra sorunlar ve güçlükler fazla olduğu zaman, adaletsizlikle yüz yüze olduğun zaman, bir yerde sesini yükseltmelisin. İşte bütün bu etkenler birçok kadının yazmasının ve hayatta kalmak için anlatmayı denemesinin nedenidir, yaşamak için, hatta birisiyle dertleşmek için yazıyorlar. Emin olun ki, eğer diğer sanat dalları memlekette serbest olsaydı halihazırda yazarlığı meslek edinen insanların çoğu yazarlığı bırakırlardı. Gidip dansçı olurlar, sanatçı olurlar, konser icra ederler ve başka işler yaparlar.Bu şartlar altında yazar kadınların hepsinin yazmayı bir tutku olarak benimsediklerini, yazarlığın onların bütün hayatları olduğunu söyleyemeyiz. Yazı, bir çıkış yoludur.
Her yerde gizli bulunan o gülünç maskeler yırtıldı ve biz kendimizi görebiliyoruz. Bak biz modernizme karşı, ülkemizin durumuna kaşı ve kültür bilincimize karşı bir kuruntuya dûçar olmuştuk. Bu devrim, kendi yüzümüzü kendimize gösterdi. Sanki bir ayna vardı ve biz gelip kendimizi bakarak, aa biz neymişiz, neler de düşünüyormuşuz, dedik.
Kadınla ilgili asıl engel yazılı olamayan yasalardır…
En azından kadınlar kendi ayakları üzerinde durmalıdırlar, vardığımız bir sonuç bu. Toplum erkek-egemen toplumdur. Yani, dünya toplumu erkek düşüncesiyle yönetiliyor. Ayrıca bir gecede her şey düzelmeyeceğini de anladık. Silahlı çalışmayla, devrimle, şununla bununla kökleşmiş o kültür, hurafeler, toplumda mevcut olan bütün –bozuk- itikatlar devrimle düzelmez. Benim için özgürlük insanın açılıp dışarı çıkması değildir. Şunu size rahatlıkla söyleyebilirim. Özgürlük düşünebilmektir, açıklayabilmektir ve bu açıklamadan sonra kimsenin beni engellememesidir. Bakınız, bazı yasalar yazılıdır,bunları zaman içinde değişecektir. Toplum bunu talep ediyor. Mesela ben yurt dışına gitmek istersem, eşimden izin almam gerekir. Bu yasa yazılıdır. Bu değişebilir ama bazı yasalar da var ki yazılmamış ama toplumda katı bir şekilde uygulanır. Onlar kolaylıkla değişmez. Çünkü onu uygulayan yaşatan bizlerizhükümet bizim sadece temsilcimizdir.
Size söyleyeyim, bakınız, ben bilfiil hayatımda bütün gelenekleri kırmışımdır. Yaşça benden on yaş küçük bir erkekle evlendim. Ancak insanlar o kadar üzerime gittiler ki çıldırıyordum, kendimden daha genç bir erkeğin karısı olmuştum. Bütün insanlar, aydınlar bile sanki bütün işlerini bırakıp ne zaman boşanacağız diye merakla hayatımızı izliyorlardı.Bu özelliklerin çoğu bizim içimizde kökleşmiştir. Birbirine engel olma ve birbirinin hâkimi olma bizim kültürümüzün içinde vardır. Hükümetin değişmesiyle bu konular bir solukta değişmez. Geleneklerin etkisinden sıyrılmak için kadının önce mutfaktan dışarı çıkması gerekir. Bakınız, şöyle bir şey hayal ediyorum, ülkemin bütün devlet adamları sabah uyandıklarında kadın olduklarını görseler, kadınlar da erkek olsa, ne iyi olurdu. Altı aylığına bu rol değişsin, gerçekten de erkekler o durumda kadınlar için neler yapmaları gerektiğini anlayacaklardır. Çünkü bizlerin söylediği her şeyi anlamıyor onlar.
Kadınları cennetin annelerin ayağının altında olduğunu söyleyerek oyalamasınlar…
Kadını bir köşeye atmışlar, evini süslesin ya da makyaj yapsın, altın ve mücevherler taksın, şık giysiler içinde cilve yaparak birinin hoşuna gitmeye çalışsın. Bizim hayatımız bu şekilde olamaz Biz düşünebiliriz, resim yapabiliriz, yazabiliriz, iyi bir yönetici olabiliriz. Niçin olmasın? Niçin gülünç yasalarla bizim önümüzü alıyorlar? Bu, İran’a özgü değil. Ne yazık ki, dünyanın her yerinde bu böyledir. Avrupa’da yaşayanlar kısa kollu giyiyorlarsa, mini etekli elbiseler giyiyorlarsa, özgür olduklarını sanıyorlar. Sözlerinde tutarlılarsa, gidip çalışsınlar bakalım. Ben, Japonya’da kadın yönetmen olmadığını duydum. Bu benim için çok ilginç bir veri. İran’da bütün sınırlılıklara rağmen kadın yönetmenlerimizin sayısının hayli yüksek olduğunu görüyoruz. Çünkü düşünmek istiyor kadınlarımız, bedenselliklerinden sıyrılmak istiyorlar. Yeryüzü tarihi boyunca kadın bedeni bir istismar nedeni olmuştur. Kadının sadece vücudunu gördüler. Ben, düşün ve iş diyorum. Bize cennetin annelerin ayakları altında olduğunu söylüyorlar. Ben cennetin ayaklarımın altında olmasını istemiyorum. Benim ölçüm düşünmektir.
Düşünmek istiyorum, çalışmak istiyorum, yazmak istiyorum
Ben İslâm uzmanı değilim ,babam ve annem Müslümanlardı, ben de babamdan ve annemden öğrendiğim ölçüde biliyorum. Bu yıllar herkes İslâm adına o kadar çok şey yaptı ki ben bu alanda daha çok korkar oldum. Bildiğim şu, İslâm hakkında farklı algılamalar var. Sünniler, Şiiler herkes kendi açısından konuşuyor. Bu memlekette olup biten bir şeyin halis İslâm olduğunu ileri sürdüğüm takdirde, yaşlı, mutsuzluk ve zavallılık nedeniyle suça itilmiş bir kadının öldürülmesi, altmış yaşında bir kadının hapsedilmesi, bunca zora koşmalar nasıl açıklanabilir.22 yaşında bir kız aşırı fakirlikten bir yerde hizmetçilik yapmaya gitmekteyse, her şekilde suistimal ediliyordur, bana göre işlediği suç nedeniyle ölüme mahkum edilmemelidir. Şimdi de bu dava devam ediyor. Bu yüzden bu konularda bana soru sormayın. Ancak bir gerçek var ki o da şu: Kadınlara yapılan bu zulüm, bu baskı tarihî bir zulüm ve baskıdır. Çok eski zamanlardan bu yana sürmektedir Bazı yerlerde daha bir şiddet kazanmış, bazı yerlerde kazanmamıştır. Örneğin İran’ın güney bölgesinde kadınların izzeti vardı, hanım izzetine sâhiplerdi. 22 yaşında bir kızın öldürülmesini İslâm istiyorsa, eğer kadının ikinci sınıf cins olduğunu İslâm söylemişse, ya da Hıristiyanlar ileri sürüyorsa bu iddiayı, Tevrat ileri sürüyorsa, kim söylerse söylesin bu yargıyı, fark etmez ben buna karşıyım.Bakınız, birisi gelip ben Müslümanım diyor, sevgisini ve iyi duygularını ifade ediyor. Birisi de gelip Müslümanlık adına yüzüne tükürüyor. Hangisi müslümandır? Devrimin başından bu yana geçen 26 yıl boyunca çok farklı Müslümanlık tarzıyla yüz yüze geldik. Birisi gelip müslümanım dedi, sana yapmadığını bırakmadı. Birisi de gelip müslümanım dedi, sana yardım etti. Bana göre bu alandaki yaklaşımlarda insanların kişilikleri ve kişisel yorumları rol oynuyor. Ortaçağda Hıristiyan olan keşişler aynı şekilde. Şu an insan haklarını arayanların çoğu Hıristiyanlardır. Şimdi hangisinin daha fazla Hıristiyan olduğunu söyleyebilir miyiz?
Kıyafet özgürlüğü insan hakkının en asgari ölçüsüdür
Bana göre insanın giyiminde özgür olması gerekir, bu insan hakkının en asgarî ölçüsüdür. Allah’a inanıyorum, ayrıca, çok yüksek ve güzel bulduğum Avrupa kültürünü de reddetmiyorum. Bana öyle geliyor ki, biz eğer Batı kültürünü silmek istersek bu boşuna bir çaba olur,bizim kendimizi bu konularda esnek kılmamız gerekir.Dünyada yaşanan gelişmelerin farkına varmalı, bunlarla uyum yollarını aramalıyız. Daha bir Tâliban’laşarak Buda heykelini imha ederek değil. Sâdece câmiler yapmak yetmez, biz, hastaneler yapmalıyız, parklar kurmalıyız. Modernizmin insanın refahı için getirdiği imkanlardan yararlanmanın yollarını aramalıyız. İnançlara gelince, açık ki herkesin inancı kendi kişiliğinden izler taşır. Kimse inanç müfettişliği yapmamalı bana göre. Kimse sen yapıyorsun diye sorup durmamalı. Bu, bana göre inanç teftişidir. Bence herkes kendi geliştirdiği inancıyla insanı sevebilir. İnsan giyim tarzını kendisi belirlemelidir, bu en temel insan haklarından biridir.
Hatemi’nin çok fazla kadın seçmeni vardı…
Hâtemî’nin önünde büyük engeller vardı. İcra gücü yoktu ne yazık ki, fakat kişilikli ve iyi bir insandır. Hedeflerini gerçekleştirebileceği güçten yoksundu ama her zaman çok sabırlı davrandı.Bence Hâtemî’nin çok fazla kadın seçmeni vardı.Karşılaştıkları kaba muamelelerden bıkmış kadınlar bunlar. Hatemi, bir boks torbası gibi darbelere maruz kaldı, bu milletin evlatlarını savunmak için bu yumrukları yemeye razı oldu. Çünkü temiz ruhla, dindar bir insandır. Ben henüz Ahmedînejâd konusunda yazılı bir tepki göstermedim. Çünkü daha iş başına geleli birkaç ay oldu, İran’ın hakları çiğnenmekte olan güney işçilerine gitti öncelikle, onlara aylarca tanınmamış olan haklarını verdi. Bu davranış benim çok hoşuma gitti. Ancak şu an bizim memleketimizin câmiler için bütçe ayrılması gibi bir uygulamaya ihtiyacı yoktur. Bizim yeteri sayıda hastanemiz yoktur. Halihazırda altmış bin câmimiz var. Fakat kaç tane hastanemiz var ki. Sayın Ahmedinejad halka, fakirlere yardımcı olmaya çalışan bir politikacıdır ama ben henüz kendisinin fakirlere yardım konusunda nasıl bir yöntem izleyeceğini bilmiyorum.
Ben, şimdi de konuşmaktayım. Bütün yaşamım süresince konuştum. Kimse engel olmadı.