Nimet Çubukçu
Devlet Bakanı
Türkiye, son üç yılda Avrupa Birliği yolunda hareket etmek gibi bir algıyla anlaşılmak istenirse, kadın meselesi biraz farklı bir noktaya gelir. Bu sürecin bize hızlı bir ilmek kazandırdığı muhakkak ama Türkiye’de kadınlara yönelik gelişim ve değişimin başlangıcı 1990’lı yıllardır. Özellikle 1990’lı yılların sonlarında başlayan Medenî Kanun değişikliği, ailenin korunması hakkındaki kanunla başlayan süreçtir.
Dönemimizde hem Kopenhag kriterlerini yakalanması, hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kadınlara yönelik hakların tanımlanması bağlamında, Türkiye gerçekten çok ileri adımlar attı. Bunların en önemlisi, anayasal kanunda yapılan değişikliklerdir. Anayasanın 10. maddesinde yapılan değişiklikle Türk kadınının, erkeklerle eşitliğinin tanımlanmasının yanı sıra, devlete bu eşitliği sağlamak konusunda bir yükümlülük yüklendi. Türk Ceza Kanunu’ndaki değişiklikler, İş Kanunu’ndaki değişiklikler ve şu anda yürürlüğe gelen ailenin korunmasına dair yasa değişiklikleri, töre cinayetlerindeki indirimlerin kaldırılması, ağırlaştırılmış hapis cezalarının verilmesi gibi, özellikle kadınları yasal anlamda normal sıfatlarda eşitleyen düzenlemeler yapıldı. Bu düzenlemelerle geldiğimiz nokta neresi derseniz, ben çok iddialı olarak şunu söylüyorum: Avrupa Birliği üyesi ülkelerinin en ileri 5 ülkesiyle aynı yasal düzenlemelere sahip bir ülkeyiz.
Demokrasi mücadelesi verenler, genellikle en büyük ve en zorlu mücadelenin yasama faaliyetinden geçecek yasal düzenlemeler olduğunu zannederler. Oysa ki demokrasinin gerçek mücadelesi uygulamada ve tabanda gerçekleştiği zaman tartışılabilir, doğru bir zemine oturtulabilir. Biz bu yasal düzenlemeleri çok kısa bir sürede gerçekleştirdik. Ama asıl önemli olan şimdiki görevimiz, yani bu yasalarla tanımlanmış olan hakları kağıt üstünden uygulamaya geçirmek. Peki bunları uygulamaya nasıl geçireceğiz? Uygulamaya yönelik, aktif olarak kurumların, sivil toplum örgütlerinin, özellikle medyanın, her kesimin ortak hareket etmesi gerekir. Bunun üzerine 4 Temmuz tarihli bir genelge yayınlandı. Özellikle kadının insan hakları ve yasal anlamda işlevini tanımlayan ve bu tanım çerçevesinde ilk kez “Devletin bir kadın politikası var mı?” sorusuna net cevap bulduğumuz bir genelge; Başbakanlık genelgesi. Bu, cumhuriyet tarihinde ilk kez olan bir şey. Başbakan ilk kez kadın konusu meselesinde şiddetten başlayarak kadının eğitimi, sağlık problemleri, istihdamına katılımları gibi çok başlığı olan bir genelge. Kadın örgütleri “Biz 20 yıldır bu sorunları konuşuyoruz, ilk kez bu kadar kapsamlı bir genelgede yayınlandı. Burada bütün sorularımızın cevabını bulduk.” dediler. Koordinasyondan sorumlu bakanlık olarak ilgili, sorumlu kurum ve kuruluşları da göstermek kaydıyla bunun toplantısını yaptık. Ümit ediyorum ki bir devlet politikasının benimsenmesin sağladığı güç, bir taraftan da zemindeki bu hareketlilik ve talepkâr durum birkaç yıl sonra çok daha iyi şeyleri konuşuyor olmamıza yardımcı olacak. Fakat bütün bunları hayata taşımak çok da kolay değil. Kadınların haklarına yönelik çalışmalar sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde geniş bir direnişle karşılaşıyor. O yüzden bunun sebepleri tartışılırken de çoğu zaman Türkiye veya diğer ülkelerde başka gerekçeler bulunabiliyor.
Türkiye’de yaptıklarımız çok geniş kapsamlı işler. Kendi dinamiklerimizi, genel özelliklerimizi, toplumumuzun değerlerine uygun bir şekilde Diyanet İşleri Başkanlığımızdan Genel Kurmay Başkanlığımıza, Millî Eğitim Bakanlığımızdan Dış İşleri Bakanlığımıza, emniyet personelimize kadar bütün kurum ve kuruluşları kadın hakları konusunda donanımlı hâle getirdik. Bütün kurumlarıyla birlikte şu anda devlet çok ciddî çalışmalar yapıyor. Niye böyle bir yol tercih ettik? Özellikle askerliğin zorunlu olduğu ülkemizde henüz evlenmemiş olan gençlerimizin ilk eğitimleri aslında bazen asker ocağı oluyor. Geleneklerimizde asker ocağı bir anlamda kutsaldır. Orada alınan eğitimler, orada verilen bilgiler gençlere hayat boyu ışık tutacaktır. 30 Ağustos Zafer Bayramı’na çok farklı bir şekilde girdik. 600 garnizon da bizim şiddeti önlemeye yönelik posterlerimiz asıldı. İnanıyoruz ki orada o eğitimi alan gençlerimizin birçoğu ilerde aile kurduğunda bu haklara saygılı olacaklar. Çocuklarını bu yönde yetiştireceklerini ümit ediyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığımız da yine bu perspektifte. Avrupa Birliği’nde özellikle son dönemde şiddetin önlenmesi konusunda attığı adımlar, oluşturduğu fonlar da bunları destekliyor. Şiddetin çok yıkıcı bir etkisi var maalesef. Sadece kadın üzerinde değil, toplum üzerinde de. Çünkü önce aileyi vuruyor, daha sonra toplumu vuruyor. Şiddeti uygulayanların referans aldığı bazı yerler var. Bunun en başında da gelenekler geliyor. İnsanlar geleneklerin içine çoğu zaman yanlış bilgilerle dinî kuralları da koyuyor. Oysa ki İslâm dininin kadına yönelik şiddeti mazur gören bir yönü yok. Bu konuda gerçek bilgilerin topluma aktarılmasını istiyoruz. Biz hedef kitlemizi erkekler olarak belirledik, aslında yıllarca kadınlara yönelik bilinçlendirme ve eğitim çalışmalarının ve çabalarının çok önemli olduğunu kabul ediyorum ama kadınların haklarını ihlâl edenlere de söyleyecek sözümüz olmalı. Hedef kitlemiz erkekler olunca Diyanet İşleri Başkanlığımız da her hafta yaklaşık 15 milyon erkeğe hitap ettiğini göz önüne aldık. Üstüne üstlük İslâm dininin bu anlamdaki genel kurallarını en doğru şekilde aktarabilecek, güvenilir tek makam devlet kurumudur. Diyanet İşleri Başkanlığımız zaman zaman kadınlara yönelik şiddet konusunda hutbeler yoluyla halkı bilinçlendirmeye çalışıyor. Demokrasinin geliştiği ülkelerde sivil toplum örgütleri devletin güdümünde olmaz.
Bütün valililere, 1400’e yakın belediye başkanına bir yazı gönderdik. Kadınların insan haklarına yönelik ayrımcılığa uğramamaları, eşit eğitim olanakları gibi, özellikle temel haklar, anayasal hakların hayata geçirilmesi için çaba gösterilmesini istedik.Kadın politikalarını sadece yardım eksenli bir siyaset anlayışından çıkarıp, onları hayatta tam eşit politikaların içinde yer almasını istedik. Belediyeler bu anlamda halka hem çok yakın, hem de yerel sorunu daha hızlı kavrama ve çözme yeteneğine sahipler. Nitekim belediyeler yasasında yaptığımız değişiklikle hem nüfusu 50 bini aşan yerlerde sığınma evi kurulması, hem de sosyal hizmet politikalarımız içerisindeki kadınların politikalarına belediyelerin doğrudan hayata geçirilmesine imkân sağlayan kanuni düzenlemeler yaptık.