Nursyahbani Katjasungkana
Milletvekili, Ulusal Uyanış Partisi Başkanı
Nursyahbani bizimle Jakarta’da, parlamentodaki odasında görüştü. Sözünü sakınmayan, eleştiri yapmaktan kaçınmayan milletvekili ve parti başkanı. Ülkesinin sorunlarını bizimle açıkça konuştu. Müslüman kimliğini savunuyor, aynı zamanda tutucu din adamlarının kadın karşıtı yaklaşımlarına karşı çıkıyordu.
1975-1979 yılları arasında hukuk fakültesi öğrencisiydim. 1979 yılında mezun olduktan sonra Endonezya’da hukuk alanında aktif bir şekilde görev almaya başladım. O zamanlar kadın ve çocukları ilgilendiren meseleler ve onlara karşı yapılan âdaletsizlik üzerine yoğunlaştım. Oysa çalıştığım hukuk bürosundaki meslektaşlarım kadınlara ve çocuklara karşı yapılan âdaletsizliği insan haklarına aykırı olarak görmüyorlardı. Gösterilen bu ilgisizlik karşısında özellikle kadın hakları konusunda uluslararası değerlendirme yaparak daha aktif bir şekilde mücadele etmeye karar verdim.
“Endonezya’daki hukuk sistemi ile toplumun gerçek yaşamı arasında büyük çelişkiler görebiliriz…”
Kanunlarımıza göre evin lideri erkektir. Erkekler evin geçimini sağlar kadınlar ise ev işlerine bakarlar. Ama gerçeğe baktığımızda çok sayıda kadının ailesinin geçimini sağlayabilmek için çalıştığını görmekteyiz. Yasalarımızın çoğu Hollanda sömürge hükümeti döneminden kalmadır. Bu yasaların çoğu ırkçılık ve erkek kadın ayrımcılığı üzerine kurulu. Neden ırkçılık? Çünkü onlar sömürge döneminde halkı üçe ayırıyorlardı: Avrupa’dan gelenler, Çin ve Arap ülkelerinden gelenler, bir de yerel halk. Halk arasında ayrımcılık yapma, Endonezya’nın Çin’le bağlantısı olduğu dönemde başlamıştı. Evlilik yasası başta olmak üzere, birçok konuda Müslüman olanlarla Müslüman olmayanlar arasında ayrımcılık yapılıyor. Örneğin şeriat hükmüne göre bir erkeğin, boşandığı karısının sadece 3 ay 10 gün boyunca geçimini sağlama yükümlülüğü vardır. Fakat Müslüman olmayanlarda eski koca, dul kalan eşi yeni bir evlilik yapana dek ona bakmakla yükümlüdür. Devlet memurları ise; ister Müslüman olsun ister olmasınlar, eşlerini boşadıktan sonra eşleri başka birini bulup evlenenine kadar onların geçimini sağlamakla yükümlüdürler. Eşi memur olmayan Müslüman kadınlar bu ayrıcalıktan faydalanamazlar. Burada yapılan ayrımcılık apaçık bir şekilde ortada. Benim bu mesele üzerinde özellikle durmamın asıl nedeni budur.
“Suharto döneminde kadınların sadece eş ve anne olabileceklerine ilişkin yasalar vardı…”
1993 yılında, iki dönem müdür olarak görev yaptığım hukuk bürosundan ayrıldım. Ayrılmamın ardından kadın hakları ile ilgili çalışmalarımı hızlandırdım. Çalışmalarımda BM’nin kadınlara karşı yapılan ayrımcılık ve şiddet olayları konusu ile ilgili hazırlamış olduğu raporlardan da yararlandım. Bu alanda çalışmalarım iki yıl sürdü. 1995 yılında yoksul kadınlara yönelik özel bir hukuk bürosu kurdum. Şu an Endonezya çapında 13 ayrı büromuz oluşturulmuştur.
Aile içi şiddet olaylarına karşı çıkartılan yasalardan yararlanarak bir çözüm bulabilmek için milletvekilleri ile birlikte çalışıyoruz. Öte yandan Shuarto dönemi sonrası arkadaşlarımla birlikte kadın hakları ile ilgili faaliyetlerimizi etkin bir şekilde yürütebilmek için kadın hakları komitesi kurduk. Kurmuş olduğumuz kadın hakları komitesinde 2004 yılına kadar genel sekreter olarak görev yaptım. Bu tür bir komitenin Shuarto döneminde kurulması neredeyse imkânsızdı. Çünkü Shuarto dönemi boyunca kadınların siyaset alanında faaliyet göstermelerine izin verilmiyordu. O dönemde kadınların sadece eş ve anne olabileceğini belirten yasalar vardı.
Faaliyetlerimize geri dönecek olursak; siyasi iktidarın sürekli olarak değişmesine rağmen çalışmalarımıza ara vermeden hızla devam ettik. Ayrıca siyaset alanında da yer almaya çalıştık. Ben şu anda Ulusal Uyanış Partisi’nin başkanlığını yapıyorum.
“Kadın ve çocuk ticaretinin en büyük sebebi yoksulluk ve cehalet…”
2002 yılında ABD hükümeti, Endonezya’yı kadın ve çocuk ticareti ile ilgili duyarsızlığı konusunda dünyada üçüncü sıraya yerleştirdi. Sivil kanun kitabının sadece bir maddesi kadın ve çocuk ticaretine değinmiş. Ayrıca bu olayın önlenmesi veya iyileştirilmesi için idarî yönetimin ve göçmen bürosunun yapmış olduğu çalışmalar yetersiz. Kadın haklarını savunan örgütler 2002 yılından beri kadın ve çocuk ticareti konusunda yasa çıkartılması için hükümete baskı yapıyorlar.
Ayrıca kadın ve çocuk ticaretini önlemek için ulusal sınırların dışında da kısıtlamalar ve düzenlemeler getirilmesi için girişimde bulunuyorlar. Aslında parlamento üyeleri bu konuyu ele almak için ilk defa bir girişimde bulundular. Bu sorun ekonomik krizden sonra artmaya başladı. Yapılan nüfus sayımının ardından kriz sonrası, ülkede 65 milyon kişinin açlık sınırı altında yaşadığı açıklanmıştı. Açıklanan bu rakam Yüksek Seçim Kurulunun ülkede 25 milyon kişinin açlık sınırının altında yaşadığını belirttiği rakamla aynı değil. 1997 senesinde Endonezya’yı ilk kez vuran ekonomik krizde gazeteler, Lampung şehrinde adamın birinin geçim sıkıntısı yüzünden kızını sadece 500 bin Rupiye ye sattığına dair haber yayınlanmıştı. Çok geçmeden Bandung şehrinde 123, Medan şehrinde ise 45 kızın ailesi tarafından Riau ve Batam şehirlerine satıldığına dair haber yayınlamıştı. Bu, fakirliğin kadın ve çocuk ticaretine neden olduğuna dair bir göstergedir. Ayrıca toplumun kadını cinsel obje olarak görmesinden de kaynaklanıyor.
Cehalet de önemli bir faktör. Endonezya’da okuma yazma bilmeyen kadınların sayısı 15,5 milyon, erkeklerin ise 5,6 milyon. Bu nedenlerden dolayı ülkede iş imkânı bulamayanlar göçmen işçi veya hizmetçi olarak çalışabilmek için, Suudi Arabistan başta olmak üzere başka ülkelere gidiyorlar veya çalışma imkânı bulamadıkları için kötü yollara düşüyorlar. Şu an Malezya’da 960 bin civarında Endonezyalı kadın çalışıyor. Bunların yaklaşık % 20’si hayat kadını olmuş. Bu oranları, burada bulunan ABD elçiliğinin ülkemizdeki insan hakları ile ilgili yıllık vermiş olduğumuz rapordan elde ettim.
“Kadın sünneti Endonezya’da eski bir uygulama…”
Endonezya’da şu ana kadar kızların sünnet edilmesini yasaklayan bir yasa olmadı. Bu gelenek ülkemizde eski bir uygulama olmasına rağmen Sudan, Tobago Cumhuriyeti, diğer ülkelerde ve ülkemizin bazı bölgelerinde sadece sembolik olarak uygulanılıyor. Örneğin Doğu Jawa adasında 35 günlük bebeğin keskin bir bambu ile klitorisine küçük bir çizik atılıyor ve bu olay yapraklar, çiçekler ve safranlar getirilerek kutlanılıyor. Banten bölgesinde ise klitorisin uç kısmına iğne batırılıyor ve bu olay, Doğu Jawa’da olduğu gibi kutlanıyor.
Üzülerek belirtmek istiyorum ki benim kendi kız kardeşim ve kızım da sünnet oldular. Kızımın sünnet olması için özellikle annem tarafından yapılan baskılara sadece altı ay dayanabildim. Annemin ısrarla “Kızını sünnet ettirmezsen günahkâr olursun!” demesine tahammülüm kalmamıştı. En sonunda çocuğumu doktora götürdüm. Doktorun ona ne yaptığını bilmiyordum, kızımı kanlar içinde gördüm. O anı hatırladıkça tüylerim ürperiyor ve kendimi kızıma karşı suçlu hissediyorum.
“Pornografi yasağının kapsamı yeniden belirlenmeli…”
Hollanda sömürge hükümetinden kalan sivil kanun kitabında pornografiye karşı iki madde yer alıyor. Söz konusu maddeler cinsel ilişkiye teşvik eden her hangi bir yazıyı veya resmi yasaklıyor. Yaklaşık iki senedir Endonezya Ulema Meclisi gibi Müslüman örgütler, diyanet işlerinin pornografi ile ilgili yasa çıkartması için baskı yapıyorlar. Ancak bazı kadın grupları yolda veya umumi yerde öpüşmenin de pornografi kapsamına girmesine ve beş yıla kadar hapis cezası verilmesine karşı çıkıyorlar. İlerde Parlamento üyeleri bile, bu yasanın gelecekte ifade özgürlüğünü tehdit edebileceğini dile getirebilirler. Bu nedenle birçok muhabir veya gazeteci, bu yasa tasarısını hoş karşılamıyorlar. Parlamento üyeleri pornografi yasa tasarısının gündeme alınmasını kabul ettiler.
Ben pornografiye karşıyım ve yasaklanmasından yanayım. Ancak pornografi tanımı, sevgisini belirtmek için birbirine sarılan veya öpüşen çiftleri kapsamamalı. Fakat çiftler sevgisini ifade etmenin dozunu kaçırırlarsa o zaman buna ben de karşı çıkarım.