Sabrina Sadli
Psikoloji Dekanı, STK Başkanı
Sabrina Sadli Endonezya’nın dünyada en çok tanınan kadın hakları aktivistlerinden. Endonezya Üniversitesi, Psikoloji Fakültesinin ilk kadın dekanlarından birisi. Ama o mesleğinden ziyade kadın ile ilgili çalışmalarla ön plana çıkmış. 1998 yılında Kadına Karşı Şiddet Milî Komisyonunun kurulmasına öncülük etmiş. Şimdi de bu komisyon çerçevesinde sivil toplum örgütleri ile çalışma yapıyor. Feminist ve seküler yaklaşımı ile zaman zaman eleştirilse de Endonezya’da saygınlığı çok yüksek. Sadli ile Kadına Karşı Şiddet Komisyonunun merkezinde konuştuk. Merkez, şiddet kurbanı kadınlara danışmanlık hizmeti veriyor. Broşürler hazırlıyor, sivil toplum kuruluşlarını koordine ediyor.
Ben Sabrina Sadli. Psikologum. Endonezya Üniversitesinden mezun oldum. 70’lerde Psikoloji Fakültesinin ilk dekanlığını da ben yaptım. O zamanlar kadın psikolojisi üzerine ilk kitaplar çıkmıştı. Bu, kadın konularına ilgi duymamı sağladı. Çünkü kadın psikolojisi kitapları sayesinde psikolojinin aslında bilimin bütün geneli gibi erkek merkezli olduğunu gördüm. Her bir araştırma erkekler tarafından ve erkekler üzerine yapılır. Erkeklerde bulunan bir şey kadın için de geçerli kabul edilir.
15 yıl önce Endonezya Üniversitesi benden lisansüstü seviyesindeki kadın çalışmaları programının başına geçmemi istedi. Bu, kadın meselelerini akademik çevreye takdim etmek için üniversite tarafından atılmış çok önemli bir adımdı. Üniversitede kadın çalışmaları programının başkanıyken kadın meseleleriyle çok ilgilendim. Sizin de tanıştığınız Nur Shah Bani gibi kadın meseleleri için çalışan kadınlarla kontağım oldu. Bayan Cintah Nuriya da öğrencilerimden birisiydi.
“Kadına karşı şiddet 1998’de kamusal bir mesele oldu…”
Aslında 1998 benim için bir dönüm noktası oldu. Çünkü bu tarihte kadına karşı şiddet ilk defa kamusal bir mesele hâline geldi.
1998’de kadın meseleleriyle ilgilenen kadınlar olarak yeni başkana gittik ve isyanlar sırasında kadınlara yapılanlarla devletin, alâkadar olduğuna dair beyanat vermesini istedik. O zaman kadınlara tecavüz edilmişti ve devlet hiçbir şey yapmamıştı. Bu kadınlara ve ailelerine bir saygı gösterisi olarak millî af istedik. Biz, yeni neslin ve yeni hükümetin kadın meselelerine nasıl baktıklarını göstermelerini isteyen 22 kadar kadındık.
Ben bu ofisin ilk başkanıydım. Kadına Karşı Şiddet Millî Komisyonu, hükümetin değişmesinden sonra kurulan ilk kurumdu.
“Müslüman çoğunluğa sahibiz ama İslâm ülkesi değiliz…”
Belki fark etmişsinizdir, Endonezya’da bir çok etnik grup var ama nüfusun büyük çoğunluğu Müslüman. Buna rağmen İslâm devleti değiliz. Burada çok fazla etnik grubun olması farklı gelenekler ve farklı değer sistemlerine sahip olduğumuz anlamına gelir. Devlet ideolojisi Pancasila dediğimiz 5 şarttan oluşur. İslâm devleti olmamamıza rağmen insanların çoğu Müslümandır. Belki de bu yüzden bizi diğer ülkelerle mukayese etmek çok zordur. Nüfusumuz 220 milyon; bu demektir ki dünyadaki en büyük Müslüman çoğunluğa sahibiz. Ama gene de İslâm ülkesi değiliz. Açe’yi biliyorsunuz. Açe İslâm şeriatının uygulandığı ilk eyalet olmasına rağmen hâlâ pek çok sorun yaratıyor. Çünkü İslâm şeriatına göre kadınlar; mesela Açe’deki uygulamada ilk hedef alınan kadınlar. Kadınların giyimine ve davranışsına karışılır. Bu da kadına karşı şiddettir. Çünkü kadınların ne giyeceklerini seçme haklarına saygı gösterilmiyor. Önceleri bu bir sorun değildi. Normal bir elbise giyebilirdim, başörtü takabilirdim ya da takmayabilirdim. Ama şimdi toplumda daha çok başörtü takan gruplar var. Başörtüsü moda oldu. Ünlüler başörtü takıyorlar, lüks ve pahalı elbiseleri giyiyorlar. Ama bunlar İslâmî tarzda elbiseler oluyor. Bana göre bu sizin tercihiniz olduğu sürece olabilir. Ama bunu yapmaya zorlanıyorsanız bir sorun hâline gelir.
“Geleneksel olarak kızlarını satmak isteyen aileler var…”
Endonezya’ya, diğer toplumlardan ayrı bir toplum olarak bakmamalıyız. İnsan ticaretinden bahsederseniz bu, tabii ki hedefin yoksul kadınlar olduğu uluslar üstü bir suçtur. Çünkü Endonezya’da ekonomi o kadar da iyi değil. Dolayısıyla yoksul kadınlar para kazanmak zorunda ve ticaret aslında bu şekilde oluyor. Aynı zamanda geleneksel olarak kızlarını satmak isteyen aileler de var. Böylece onları satarak biraz para kazanabiliyorlar. Bu, çok karmaşık bir meseledir. Çünkü biz Endonezya’da Manadu’da bir bölgede bulunduk. Burası ülkenin Hıristiyan bölgesidir. Burada ekonomi gayet iyidir ve ülkedeki duruma göre kızların eğitim seviyesi gayet yüksektir. Ama burada kadın ticareti de çok yüksek oranda. Çünkü ekonomik olarak çok iyi durumda olmayan Manadu’lu kadınlar sadece geleneksel şeyler satarak para kazanmak istemiyorlar. Şarkı söylemek ve dans etmek istiyorlar. Böylece seks ticaretinin hedefi hâline geliyorlar. Japonya’ya ihraç edilip şarkıcı ve dansçı oluyorlar, daha sonra da satılıyorlar. Demek istediğim şey, sadece yoksulluk değil mevcut gelenekler ve değerler de bu ticaretin temelini oluşturuyor.
“Kadın başbakanımız kadın meselesine karşı duyarlı değildi…”
Kadın bir başbakanımız oldu ama kadın meselelerine duyarlı değildi. Dolayısıyla kadınlar için bir şey yapmadı. Yani en güçlü konumdaydı ve kadınlar için hiçbir şey yapmadı. Bugün mecliste sadece % 11 oranında kadın var. Onlar iktidar sahibi kadınlar ama belki % 11 arasında % 2 veya % 3 kadarı kadın meselelerine karşı duyarlı ve kadının güçlendirilmesi ve eşitliği için savaşıyorlar. Güçlü konumda bulunan her kadın kendisi kadar şanslı olmayan kadınlar için bir şeyler yapmaya çalışmalıdır. Meselâ Endonezyalı kadınların çocuk doğururken nasıl öldüklerini anlayamıyorum. Bu, Endonezya’da çok sık rastlanan bir vaka.
“Onların hepsini feminist yapmamam konusunda uyarıldım…”
Ben bu işe başladığımda Kadın Çalışmaları Programının başkanıydım. 15 yıl önce bu programı başlattığımda üniversite için bir tuğla idi. Çünkü bir erkek olan üniversitenin rektörü benden bu programı başlatmamı istediğinde Endonezya’da çok önemli ve etkin bir üniversite olan bu üniversitede feminizm veya cinsiyet üzerine hiçbir şey bilmiyorlardı. Bu programın açılışına kıdemli bir hukuk hocası geldi ve bana dedi ki “Onların hepsini feminist yapmasan iyi edersin!” Ben diplomatiktim ve dolayısıyla bir şey demedim. Ama bu benim dikkat etmem konusunda bir uyarıydı. Çünkü onun anlamadığı şey Kadın Çalışmaları Programının temelde feminist bazlı bir program oluşuydu ve ayrıca Kadın Çalışmaları Programının olmasını istemiyordu. Dolayısıyla aslında benim yaptığım feminist metodolojiye baktığımızda kadın metodolojisinden bahsederiz. Ama feminizm ve feminizmin bütün farklı mefhumları öğretildi.
Endonezya’da feminizmin belki 15 yıl önce kötü bir kelimeydi ama bugün kabul görmüş bir şey. Bazıları hâlâ hoşlanmıyor bu kelimeden ama bazıları feminist olduğunu söylemekten gurur duyuyor. Cinsiyete konusuna gelince; devlet bazında Gender Mainstreaming faaliyetlerimiz var. Geldiğimiz nokta bu. Bunu henüz görmüyorsunuz veya hissetmiyorsunuz ama yapıyorlar. Eğer cinsiyet ve feminizm hakkında erkeklerle konuşursanız farklı cevaplar alırsınız. Ama feminizm fikrine çok sıcak bakmayan kadınlarla da konuşursanız, genelde onlar da bunun Batılı bir fikir olduğunu düşünürler.
“Pornografi yasası ile kadınlar baskı altına alınmaya çalışılıyor…”
Şahsen onların kullandıkları pornografi kelimesinden ne anladıklarını bilmiyorum. Sanırım bu dünyanın her tarafında var. Pornografiye dair yasa çıkarmak çok zor. Amerika’da bile pornografinin hepsini kapsayabilecek bir tanım ortaya koyamadıklarını biliyorum. Önemli olan, pornografi hakkında bir yasa çıkartmak isterken kadınları daha fazla baskı altına almamaktır. Mesele bu aslında. Çünkü pornografi olarak adlandırılan şey başka insanlar tarafından sanat olarak görülebilir. Bu yüzden bunun en büyük sorun olduğuna emin değilim. Bence en büyük sorun yoksulluk. Çünkü yoksulluk kadınlar daha fazla kurban oluyor.