Nadia Khost
Romancı-Yazar
BATI TİPİ KADIN MODELİNİN DAYATILMASINA KARŞIYIM…
Khost feminizme pek yakın değil. Batı düşüncesinin kadın özgürlüğü tanımlarına karşı çıkıyor. Bunu kültürel bir taarruz olarak görüyor. Kadınların değişen hayat tarzına, reklamlardaki kadın imajına ve tüketim kültürünün kadın üzerindeki hegomonyasına eleştirel bakıyor. Bize kendi eliyle hazırladığı şerbetleri ikram ederken kadınların evde konserve, reçel, meyve konsantresi gibi şeyleri yapmasının ne kadar önemli ve gerekli olduğunu anlatıyor. Onun için kadının eviyle ilgili üretici olması dikiş dikmesi, doğal ürünler kullanması, yemek yapması, çocuğuna bakması kutsal şeyler. Batı’nın ürettiği kadın modelini bu nedenle tamamen reddediyor. Fakat diğer yandan Khost’un görünümü, evini dekore etme tarzı, konservatuara giden kızının piyano ve keman çalarken çekilmiş fotoğrafları Nadia Hanımın kültürel taarruza çok da karşı koyamadığını ortaya koyuyor. Bizi “İstanbul’a çok selâmlarımı götürün!” diyerek sevgiyle uğurluyor.
Şu ana kadar yayınlanmış 15 kitabım var. Yıllarımı yazarlığa ve edebiyata vakfettim. Tabii ki bu meslek zor. Çünkü bu işin vakti sınırlanamıyor. Yazmaya başladığında, yazmakta olduğun şey tarafından sanki esir alınıyorsun. Buna ek olarak, ele aldığım konular tarihsel olaylara değindiği için zorlu bir araştırma süreci gerektiriyor. Yazılı kaynakların yetersiz olduğunu hissettiğim zamanlar sözlü kaynaklara yöneliyorum.
“Suriye’de devlet kadına çok değer veriyor…”
Suriye kadına çok değer veriyor. Ama ona değer vermesinin nedeni, bir işgücü olması ya da seçmen olmasından kaynaklanmıyor. Aksine, Suriye devleti onu bir anne, bir kız kardeş, bir eş olarak görüyor. Öte yandan Suriye’de kadının çalışamayacağı söyleniyor. Oysa ben tarihsel araştırmalarım esnasında şu gerçekle karşılaştım: Suriye’de kadın 19. Yüzyıl’da bile fabrika ve atölyelerde çalışabiliyordu. Bir de şöyle yanlış bir inanış var. Sanki bir kurumda çalışmayan kadın asla çalışmış olmuyor. Oysa bana göre kadının illâ bir müessesede çalışması gerekmiyor. Bazı işler vardır; meselâ müessese sahibi eve gelir ve işi getirir. Yahut kadınların toplanıp birlikte çalıştıkları evler vardır. Şeker işinde çalışan kadınların sayısı 19. Yüzyıl’da 15.000 idi. Gerdanlık işleri; yani iğne iplikle süsleme sanatı kadınların elindedir. Kuru meyvelerin ipe dizilişi, Şam işi olarak meşhurdur. Bütün bu ipe dizme işleri de kadınlar tarafından yapılır. Bu kadının da aynı zamanda evi var. Orada da bir sürü işi var. Yani kadın her zaman çalışıyordu.
Peki dünden bu güne neler değişti? Bu soruya vereceğim cevap şöyle olabilir: Suriye’de kadın ev ekonomisine eskiden daha farklı şekilde katkıda bulunurdu. Meselâ kadın eskiden kendi ununu kendi elerdi; mercimeği kabuğundan kendisi ayırırdı; bulguru, arpayı damlara sererdi; kendi reçelini kendisi yapardı. Çocuğunun kıyafetlerini kendisi dikerdi. Şimdi her şeyi hazır bir biçimde satın alıyorlar.
Yani Suriye’de kadın daima çalışıyordu. Bugün ise kadının çalışmasına farklı bir anlam yükleniyor ve bütün bu çalışma biçimleri küçümseniyor. Üstelik eskiden kadın bu işleri öğleye kadar yapar ve öğleden sonra giyinir, üstüne başına özen gösterir ziyaretlere giderdi. Yani kadının dinlenme vakitleri vardı. Şimdi işler çok zorlaştı. Dünyanın durumu bize aksediyor. Bölgenin durumu Suriye’ye de yansıyor. Kadınların Suriye’de ya da diğer ülkelerde iş saatlerinde bir sınır olmadan çalışmaları beni üzüyor ve çok rahatsız ediyor. Evin bütçesine katkı sağlayabilmek için çok çalışıyorlar. Üstelik sadece öğleye kadar değil, bütün gün!.. Yani Suriye’de kadının çalışma şartları diğer ülkelerden farklı değil. Elbetteki bunun olumlu yanları da var. Ama olumsuz yanları fazlasıyla görmezden geliniyor ve ben de bu yüzden kadınların özellikle çalışma şartlarının onların hayatını nasıl sınırlandırıp zorlaştırdığını vurgulamak istiyorum. Yoksa olumlu yanları herkes tarafından söyleniyor zaten.
Evet, kadının çalışması kendi parasını kazanması güzel. Fakat çalışma şartlarının düzeltilmesi gerekir. Çünkü kadınlar, evleri ile de ilgilenmek zorundalar. Bütün bunları yaparken zaman zaman da dinlenmeye ihtiyaçları var.
“İşsizlik sorunu kadının konumunu etkiliyor…”
Çevre ülkelerde olduğu gibi Suriye’de de işsizlik sorunu var. Avrupa’da bile var. Bunu itiraf ediyoruz. Bu kadının konumunu da etkiliyor. İşine son verilme korkusu kadının daha kötü şartlarda çalışmayı kabul etmesi sonucunu doğuruyor. Ben bunu baskı olarak isimlendiriyorum. Büyük kalkınmanın gerileyişi olarak isimlendiriyorum. Suriye’de yakın geçmişte bir kalkınma hamlesi yaşandı. Kurumlarımız vardı. Çeşitli çalışma alanları vardı. Bu çeşitli alanlar kadını çalışmaya yöneltti ve erkekle tamamen aynı haklar verdiler kadına. Fakat Arap ve yabancı sermayenin girişiyle bir sarsıntı yaşadık. Diğer ülkelerin girişimcileri Suriye asla kanunlarını uygulamıyorlar. Onların kendi özel kanunları var. Yani bu kurumlar kadını işten çıkarmak ya da daha az ücretle çalıştırmak hakkını kendilerinde bulabiliyorlar. Ben bunu, dünyadaki ekonomik krizin Suriye kadını üzerine kötü etkisi olarak tanımlıyorum.
“Arap-Siyonist savaşı en çok kadınları etkiliyor…”
48’de İsrail’in Filistin’i kuşatması ve İsrail devletini ilân etmesi, kadınlarımızın hayatını çok etkiledi. Kızılay’a katıldık. Filistin mültecileri için yardım malzemeleri topladık. İsrail’e karşı yapılan bütün savaşlarda kadınlar hemşire olarak, meşru müdafaa için çalıştılar. Yani Arap-Siyonist savaşı açık şekilde Suriyeli kadını etkiliyor. Tarihte, Osmanlı devleti günlerinden beri kadınlar altınlarını çıkarıyor ve orduya veriyordu. Osmanlı devleti varken de, sonra da…
Şu anda Suriye’ye uygulanan büyük baskıların sebebi nedir, diye soracak olursanız size Irak’ta yapılanları dikkatle değerlendirmenizi tavsiye ederim. Hedef; bölgeye girmek, bölgeyi din ve mezhep ayrılıklarını bahane ederek bölmektir. Ve şu an Irak’ta mezhep ayrılıklarına dayalı ilk seçim yapıldı. Yani fiilî olarak kuzey, orta ve güneyi ayırma çalışması yapılıyor. Şu anda Lübnan için de aynı şeyler isteniyor. Bütün baskılar Lübnan’ın üzerinde. BM’nin 1559 kararı Lübnan’ı, 3-4 ayrı dini devlete ayırmayı hedefliyor. Marunî, Şiî, Sünni, Dürzi… Güney Lübnan’da yine silahlı direniş başladı. Bu silahlı mücadelenin içinde Lübnanlı kadınların da olduğu bilinen bir şey. Güney Lübnan’ı İsrail işgalinden kurtaran da kadınlardı.
“Artık çocuklarımızı biz değil, dünya yetiştiriyor…”
Bugün Suriye’de sorun, nesiller arasındaki farklılık olarak düşünülüyor. Sanki mesele sadece nesiller meselesi. Şüphesiz her neslin belli bir fikri, ahlâkî kuralları var. Ancak aynı nesilde seçkin insanlar da var. Meselâ eski nesilden birisini görüyoruz; evlâtlarından bile ilerde. Evlâtlarıma belli bir fikri dayatmayı sevmem ama görüyorum ki gençler hiçbir şeyin tartışılmasını istemiyor. Sen tecrübeliymişsin, onlardan daha çok şey yaşamışsın; bu umurlarında değil. Bize hep karşı çıkıyor: “Bu doğru değil. Bu iyi değil. Hayır, bu senin fikrin. Benim görüşüm tamamen farklı.” diyorlar.
“Bizim medeniyetimiz daha insancıldır…”
Modernleşmeyle birlikte ortaya atılan özgürlük fikri, ister ekonomik özgürlük olsun ister siyasi, Suriyeliler üzerinde çok kötü bir etkisi oldu. Çünkü özgürlük, önümüze sürekli bir mesele olarak sunuldu. Siyasi özgürlüklerden bahsedecek olursak; bize, uluslararası heyetlerin gözetiminde, seçimlerimizi aynen onlar gibi uygulamak zorundaymışız gibi baskı yaptılar. Lübnan seçimlerinde olduğu gibi halk katılmasa bile… Sanki Batı’nın fikrî, siyasi, iktisadî bütün gömleklerini giymemiz gerekiyor gibi. Özgürlük adı altında bu ülkeye ve bu ülkenin insanına yapılan her türlü baskıya karşıyım. Bize Batılı değerlerin, Batı tipi kadın modelinin dayatılmasına da karşıyım.
Meselâ ben şu anda Şam caddelerinde gördüğüm reklamlara karşıyım. Eskiden yoktu böyle şeyler. 5 sene önce görmezdiniz. Yeni elbise çeşitleri, hatta yeni kadın yüzleri… Arap sokaklarındaki reklamlarda sanki Batı kadını yüzü olması lâzımmış gibi yeni süsler, yeni elbiseler, yeni yemekler… Bana göre bir kayboluş var. Özellikle kadına yönelik büyük bir tehdit var. Çünkü kadın millî gelenekleri koruyandır, onu taşıyandır. Dilin sahibi odur. Çocuğa dilini öğreten odur. Kültürün aktarıcısı odur, âdetleri o öğretir. Geleneksel giysilerimizi, yöresel yemeklerimizi o öğretir. Batı’nın geleneklerimize saldırısı sanki her şeyimizi siliyor. Sanki geleneklerimizi koruyan ve öğreten kadının karakterini değiştirmek istiyorlar. Yerine, sadece Batı dünyasından gelen şeyleri alan bir kadın oluşturmak istiyorlar. Ben, bize lanse ettikleri medeniyeti en düşük modernizm olarak görüyorum. Batı medeniyeti bir yalandır; yerlerde sürünen, insanı sadece tüketim makinesine dönüştüren bir zavallılıktır. Bizim medeniyetimiz daha insanî ve daha asildir.
Yeni dünya düzeni adını verdikleri şey, kültürleri yok ediyor. Toplumsal, ahlâkî, ekonomik, insanî; bütün değerleri al aşağı ediyor. Bu, kimileri tarafından istenen bir şey olabilir ama ben istemiyorum. Özgürlük adı altında geleneğime, kültürüme ve asırlardır koruduğum ahlâkî değerlerime saldırılmasına tahammül edemiyorum. Geleneğimi seviyor ve onun korunmasını istiyorum. Çünkü bu topraklara vatanımız diyorsak, bizi biz yapan geleneklerimizin beşiği olduğu içindir.