Asma Khader
Avukat
TÖRE CİNAYETİ VE ŞİDDETE KARŞI YASALAR YETERLİ DEĞİL…
Asma Khader kadın hakları konusunda Ürdün’de en çok tanınan isimlerden birisi. Daha önce Adalet Bakanlığı yapmış olması da bu ününü perçinlemiş. Kendisiyle, kendi ismini taşıyan hukuk bürosunda görüştük. Asma Kahader birçok Ürdünlü gibi mükemmel İngilizce’siyle bize Ürdün’de hukuk sisteminde kadın konusunda varolan boşlukları detaylarıyla anlattı. Röportajı bitirdiğimizde Hıristiyan bir müvekkili gelmişti. Biz Müslüman kadının boşanma problemlerinden bahsederken, Hıristiyan bir kadın olarak boşanamadığı için Asma Khader’in hukuk bürosuna başvurmuştu. Kocasından uzun süredir şiddet görüyordu ve 17 yıldır boşanamıyordu. Her dinin kendi hukukunun uygulandığı Ürdün’de, Katolik Hıristiyan kilisesi boşanma hakkını kabul etmiyordu. Asma Khader, bu şekilde çok davası olduğunu söyledi. Müvekkilleri için böyle bir durumda tek bir yol vardı; o da Hıristiyanlığın başka bir mezhebine geçmekti.
“Kadınların hem üretim sahasında etkin olacağı, hem de iyi eş ve anne olabileceği yeni yeni fark ediliyor…”
Ürdün, İslâm ile fertlerin talepleri ve hakları arasında bir çelişki olmadığının bir ispatıdır. Aslında insan haklarının önemi, insanoğlunun şerefi, kanun önünde eşit olması, kadının farklı sahalarda aktif olma hakkı bölgemizdeki İslâm ve Arap kültürünün özüydü. Ürdün modern bir hayat yaşamanın, her ferdin ihtiyaçlarını karşılamanın, din ve cinsiyet gibi ayrımcılık sebeplerinden hiçbirine bakılmaksızın insan haklarını uygulamanın mümkün olduğunu kanıtladı. Ülkemizde insan hakları kültürünü geliştirmek, bütün fertlere; özellikle de kadın ve çocuklara karşı saygı ve koruma sağlamak için çalışıyoruz.
Tabii ki sorunlar yok değil. Özellikle maliyetli olan sosyal ve ekonomik hakları uygulamak için kaynak sorunu yaşanıyor. Aynı zamanda erkek ve kadının yetiştirildiği geleneksel tarzdan kaynaklanan sorunlar var. Geleneksel hayatın iyi bir şey olduğunu ve normalinin de bu olduğunu düşünen geniş kadın ve erkek grupları var. Bunun böyle olmadığını, kadınların da fert olarak hakları olduğunu, kamusal hayatta ve üretim sahasında etkin olabileceklerini, ekonomik sirkülâsyonda yer alıp sosyal, kültürel ve malî kalkınmaya katkıda bulunup, iyi eşler ve anneler olabileceklerini insanlar yeni yeni fark ediyorlar.
“Medenî ve ceza hukukunda kadına karşı ayrımcılığın giderilmesi gerekiyor…”
Kadınların çoğunluğu için kanunî çerçevede düzeltmeler yapmak hâlâ bir ihtiyaçtır. Bilhassa da hâlâ kadın ve erkek arasında ayrımın olduğu medenî kanundaki statüsü aile, hukuku ve ceza hukuku söz konusu olduğunda bu elzemdir.
Medenî kanun ve aile hukuku Ürdün’de hâlâ dinî hukuka dayanır. Ürdün anayasasında şeriat yasamaya kaynak teşkil eder. Yani medenî kanun seküler değil, dinî kanundur. Bu yüzden Müslümanların kendi medenî kanunları, Hıristiyan grupların her birinin de kendi medenî hukukları var. Herkes kendi dinî mahkemelerinde aile içindeki sorunlarını çözüyor. Tabii bu konuda sorunlar var. Meselâ dinlerinden dolayı farklı durumda olan insanlar var. Aynı zamanda dinî mahkemelerde rahipler ve şeyhler hâkimlik yaparlar. Çift davalarını medenî hukuk mahkemesine götürme imkânları vardır. Ama aile kanunu Müslümanlar için İslâmî medenî kanundur ve Hıristiyanlar için Hıristiyan medenî kanunudur; aile için bir medeni kanunumuz yoktur.
Diğer bir nokta ise şudur: Ürdün’de hukukî sistem Anglikan ya da Anglosakson hukuk ile Şeriatın karışımıdır. Bu, sömürgecilikten sonra ne zaman yeni yasama kanunlarının yazıldığına bağlıdır. Bu yüzden adlî hukuk gibi bazı kanunlar Finlandiya kanununu temel alır.
“Töre cinayetleri ve şiddete karşı varolan yasalar yeterli değil…”
Ülkedeki başlıca sorunlardan bir tanesinin töre cinayetleri denen suçlar olduğunu söyleyebilirim. Töre cinayetleri, Napoleon Quote’dan alınan bir madde yüzünden ortaya çıkmaktadır. Herkes bilir ki Napoleon Quote o dönemde Türkler tarafından da alıntılanmıştır. Türk kanununda aynı metin vardır. Bu, pek çok ülke tarafından alınmıştır. Buradaki ülkelerin ceza hukuku Fransızlarınkine dayanıyordu. Ceza hukukları Fransız kanununa dayanmayan başka Arap ülkeleri de vardı. Bu yüzden yaralama ve öldürme gibi vakalarda çok hafif cezalar veren maddeler göremezsiniz. Bunun arkasındaki fikir, ailenin şerefini koruma ilkesidir. Meselâ körfez ülkelerinde aynı kanun maddelerini göremezsiniz. Bu yüzden biz biliyoruz ki bu İslâm’a dayanmamaktadır. Ama bu kutsal kitabın İslâm dinî uygulamalarından daha fazla kültürün geleneğin ve toplumsal âdetlerin bir parçası hâline geldi. Bu yüzden bu sorunun sadece Arap, Müslüman ya da Orta Doğu ülkelerinde bulunmadığını görebilirsiniz. Örneğin bu Latin Amerika’da görülen bir uygulama ve savunmaydı. Asya’daki pek çok ülkede ve başka yerlerde de. Kadınlar aile içi şiddet gibi başka sorunlarla da karşılaşıyorlar. Bu herkesin bildiği evrensel bir sorun. Batıda, doğuda, kuzeyde veya güneyde her yerde mevcut. Bu uygulama var ve kadınlar hâlâ bu tür şiddetten korunmaya muhtaçlar. İşte, evde, kamusal hayatta şiddet kurbanı olmamak için korunmaya muhtaçlar.
Ürdünlü kadınlar da bu sorunla yüzleşiyorlar. Şu anda kadını özellikle ev içi şiddetten koruyan bir kanun maddesi üzerinde çalışıyoruz. Tabii ki ceza hukukumuz zaten herhangi bir kimseye veya ailenin herhangi bir ferdine zarar veren her türlü şiddeti cezalandırıyor. Ama prosedürler ve cezalar çok uygun değiller. Tabii ki bir kadın kocası tarafından dövülüyorsa bu şiddete son vermek ister ama ekmek parası kazananı da kaybetmek istemez. Çünkü yürürlükte olan kanuna göre mahkemeye giderse kocası hapsedilecek. Eğer hapse düşerse aileyi geçindiremez. Eğer aileyi besleyecek kaynakları olmazsa kadın ve çocukları zorluk çekecek. Bizim yapmamız gereken, olan bu meseleyi sosyal bir sorun olarak ele almak, kurbana ve ailesine koruma sağlamak, ailenin bunun yasak olduğunu anlamasına yardımcı olmaktır. Fakat insanların zihniyetini derine kök salmış toplumsal gelenekleri değiştirmek için zamana ihtiyaç var.
“Namus cinayetine sadece 6 ay ceza veriliyor…”
Bir cinayet için hüküm ancak 6 ay olabilir. Daha geçen ay bir adam şeref meselesi yüzünden kız kardeşini öldürmekten 6 aya mahkûm edilmişti. Bu, bir suçu kanunsuz ve kabul edilemez bir eylem yüzünden, bir öfke seli bu bir çeşit dengesizlik anında işlemeye yoğunlaşan 98. maddedir. Bu maddeyi, ne şekilde olursa olsun en az 5 yıl ve en ağır durumda 7 yıl verecek şekilde düzeltmek için bir kanun teklifi hazırlıyoruz. Hiçbir cinayet 7 yıldan az süreyle cezalandırılamaz. Ama bu kanun teklifi henüz görüşülmedi. Ümit ediyoruz ki meclisten geçer. Çünkü bir insan hayatının bizim için çok önemlidir. Bu yüzden sebep her ne olursa olsun bu, ağır bir suç olmalıdır. Kanun bu suçla çok ciddî bir şekilde ilgilenmelidir. Dolayısıyla suç durumdan doğan öfke seli gibi anormal duygular içerisinde işlenmiş olsa bile cezasını ağırlaştırmak için mecliste bu yasa teklifimiz bulunuyor. Sorunlarımızdan bir tanesi de budur.
“Namus cinayetlerinde sadece kadınlar değil, erkekler de kurban oluyor…”
Kızın ailesine davayı geri çekmesi için baskı yapılıyor. Aileler cinayet için açtıkları davayı geri çekiyorlar. Bu tür cürümlere karşı kanunî düzenlemelerden ziyade sosyal ve kültürel alanda çalışma yapılmasını gerektiren çok yüksek derecede merhamet var. Kanunî düzenleme elbette önemli ama zihniyetler üzerinde de çalışmalıyız. Kadının güçlendirilmesi ve toplum içerisinde bilinçlendirilme için de.
Tabii ki erkekler de önemli. Çünkü öldürenler genç erkekler. Bir kişiyi öldürmek kolay bir iş değildir. Bunu biliyorum. Çünkü öldürmüş olsalar da ölene kadar kafalarında bununla yaşıyorlar. Bu şekilde normal bir hayat yaşayamazlar. Bu insan doğasına aykırıdır. Sebep ne olursa olsun, bir insanı öldürüp sorunsuz normal bir şekilde yaşayamazsınız. Tabii toplum bunu destekliyor ve o kişiye ailenin namusunu koruyan bir kahraman gibi muamele ediyor. Ama gene de bu bir sorundur bence. Kadını korumak ve ona rehberlik sağlamak için kanunî alanda ve kurumsal alanda birlikte çalışmaya ihtiyacımız var.
“Aşırı dinci gruplar ve muhafazakârlar, bu tür cinayetlerin bizi Batı gibi olmaktan koruduğunu düşünüyorlar…”
Din adamları resmî olarak bu tür cinayetleri kınıyorlar. Cemaatlerin temsilcileri çıkıp bunun yanlış olduğunu ve İslâm’ın bu olmadığını söylüyorlar. Ama bu muhafazakâr ve aşırı dinci gruplara katılanların çoğu bunun aileyi korumak için olduğunu ve toplumu bu şekilde, kadınların cinsel özgürlüklerine sahip oldukları Batı gibi olmaktan koruduğunu söylerler. Tabii ki bizim de değerlerimiz var ve bunların faydalı olduğuna inanıyorum. Ama bu eğitici çalışmaların, çocuğunu yetiştirme şeklinin oğluna ve kızına nasihat vermenin ötesine geçmemesi gerekir. Sadece kadınların bunun bedelini ödüyor olması âdil değil. Herhangi bir ilişki erkeğin de ortak olduğu bir şeydir. Toplum erkeğin ihtiyaçlarına karşı çok anlayışlı ama kadının ihtiyaçlarına karşı anlayışlı değil. Bu bir çeşit ayrımcılık yaratıyor tabii ki.
“Çok eşlilik legal; fakat kanunen kısıtlamalar ve şartlar getirildi…”
Aslında çok eşlilik yaygın bir uygulama değil. Tabii kanunen erkeğin hakkı var ama kadınların da evlilik akdinde bazı şartlar koymaya hakları var. Dolayısıyla kadın ikinci bir eşi kabul etmiyorum diyebilir. Bu olursa bütün kanunî ve malî haklarıyla beraber boşanabilir. Ama hâlâ böyle bir uygulama ve imkân var. Ama dürüst olmak gerekirse kültürel ve ekonomik sebeplerden dolayı erkekler bu hakkı kullanmıyor.
Sorun şu ki hala böyle bir ihtimal var ve kadınlar bu sorunla aslında bu tehditle yaşıyor. Bir gün eşimin başka bir karısı daha olduğunu keşfedebilirim. Bu yüzden bu uygulamaya kısıtlamalar koymak için bazı kanuni düzeltmeler yapıldı iki üç yıl önce. Böyle bir şey olması için mahkemeye başvuru yapılmalı. Hâkim nedenini öğrenmeli ve iki aileyi de besleyebilecek kudrette olduğunu bilmeli. Yeni eş, müstakbel kocasının evli bir adam olduğunu bilmeli. İlk eşin mahkemeden, kocasının yeni bir eş aldığına dair bir not alma hakkı var. Dolayısıyla bunu biraz daha zorlaştıran bazı kısıtlamalar var.
“Kadının durumu batı-doğu veya din meselesi değildir. Bu toplumun hukukî ve sosyal ilişkilerin gelişmişlik seviyesiyle alâkalıdır…”
Dünyanın her yerinde kadınların farklı sorunlarla karşı karşıya olduğunu söyleyebilirim. Batı’da kadınlar belki daha iyi durumdalar. Çünkü sosyal ve insanî hakların toplumsal ve hukukî mekanizmanın kalbine yerleşmesini sağlayan hareketler oldu 2. Dünya Savaşından sonra. Belki erkeklerle eşit haklara sahipler ama hâlâ şiddet, ekonomik alanda ayrımcılık gibi sorunlar yüzünden zorluk çekiyorlar. Siyasi hayata katılım ya da ekonomik işbirliği alanlarında hâlâ düşük bir yüzdeye sahipler. Batı’da bile kadınların belirli bazı durumlardaki korunmaları hâlâ çok uygun şartlarda değil.
Bölgemizde, ülkemizde kadın haklarına insan hakları olarak önem verilmesini sağladık. Tabii ki hâlâ bu kanunlara hukuki korumanın yapılmasına dair eksikliklerimiz var. Bunun doğu batı meselesi olmadığını düşünüyorum.
Bu, İslâm ya da Hıristiyanlık meselesi değildir. Bence bu, toplumdaki hukukî ve sosyal ilişkilerin, hem ferdî hem de toplumsal anlamda gelişmişlik seviyesiyle alâkalıdır.