İkbal Bereket
Heva dergisi, Mısır’ın feminist hareketiyle özdeşleşmiş bir yayın. 60 yaşlarındaki İkbal Bereket ise sıkı bir feminist olarak bu derginin genel yayın yönetmenliğini yapıyor. Heva dergisi Arap dünyasının ilk modern kadın dergisi olarak biliniyor. Aynı zamanda yazar olan ve altı romanı bulunan Bereket, özellikle Mısır’da başörtüsünün yaygınlaşmasına çok karşı. Bu nedenle başörtüsünün İslâm’da farz olmadığını anlatan bir kitap bile yazmış. Kitabını çok bir iyi İslâmî bir araştırma üzerine yazdığını ve İslâmî konularda çok iddialı olduğunu söyleyen Bereket, bizi başörtülü gördüğünde inanılmaz derecede şaşırdı ve sinirlendi. “Ben geldiğimde Türkiye’de hiç kimse başörtülü değildi, siz neden örtüyorsunuz? Neden Mısır’ı taklit ediyorsunuz?” diye sert çıkışlarda bulundu. Mısır’da başörtüsünün bu kadar yaygınlaşmasını biraz da fakirliğe bağlayan Bereket, kuaföre gidemeyen ve fazla yıkanamayan kadınların çözümü başlarını örtmekte buldukları iddia ederken bizim örtümüze hiçbir anlam veremedi. Allah’tan röportajın sonuna doğru epeyce yumuşamıştı. Ayrılırken Türkiye’de muhakkak görüşmek istediğini bildirerek bize sarıldı. Tabii “İnşallah görüştüğümde sizi başörtüsüz görürüm!” temennisini eklemeyi ihmal etmedi.
Ben yayın hayatıma Roz al-Yusuf adında bir yayınevinde başladım ve birkaç yıl sonra Dar al-Hilâl yayınevinin bastığı Heva dergisine baş editör olarak transfer oldum. Bu 1993’te oldu. Çok şaşırtıcı bir olaydı. Önceden o yayınevinde çalışmıyordum ama yine de beni almak istediler ve ben de hayır diyemedim. Çünkü Heva sadece Mısır’da değil, bütün Arap dünyasında en eski ve en sevilen dergidir. Heva, Arapça konuşan bütün ülkeler içinde ilk modern kadın dergisiydi. 1955 yılında yayınlanmaya başladı ve yirmi yıl kadar Arap kadınlarının tek dergisi olarak hizmet etti. 1980’lerde diğer ülkeler kendi dergilerini çıkarmaya başladılar. 23 Temmuz devrimi dediğimiz 1955 Nasır devrimi sırasında da Heva çok devrimciydi. Arap kadınlarını özgürleştirme, İslâm’da dinî haklar olarak verilmiş kendi insanî ve kanun hakları hakkında bilinçlendirme stratejisini takip ediyordu. Heva örtünme, boşanma kanunları gibi çok kritik konuyu tartışmaya cesaret eden tek dergiydi ve hâlâ da öyle. Pek çok kritik konu bu dergide tartışıldı.
Bütün dergiler arasında en saygın olanı bu dergidir. Çünkü anne, baba ve çocuklarla birlikte bütün bir aileye hitap eder.
1993 Haziran’ından beri baş editörlüğünü yaptığım ve Heva’da çok büyük değişiklikler yaptığıma inanıyorum. Onu bütün diğer yüzyıllardan tamamen farklı olan, 21. yüzyılda yaşayan kadınlara hitap eden modern çağdaş bir kadın dergisi yapmak istedim. Dediğimiz gibi bu yüzyıl, kadınların yüzyılıdır. Kadınlar sadece mutfakla, iyi giyinmekle, iç tasarımla ilgilenmezler. Kadınlar olarak biz, dünyada güzel olan ne varsa seviyoruz. Ama aynı zamanda ülkemizin kalkınması için bir şeyler yapmamız gerektiğine inanıyoruz. Bu bizim vazifemiz. Sadece bir hak değil, aynı zamanda bir vazife. Çünkü bu ülkede bütün cinsiyetler için ücretsiz eğitim imkânı var. Dolayısıyla bize verilenin hakkını ödemeliyiz.
“Arap dünyasında ilk feminist hareket 1919’da, Mısır’da başladı…”
Mısır’da kadın hareketleri 1919’da, yani geçtiğimiz yüzyılda başladı. Bu, İngilizlerin Mısır’daki sömürgeciliğine karşı genel bir devrimin başlangıcıydı. O zamanlar Saad Zaghloul denen ülkenin millî lideri ülkeden kovulmuştu ve herkes çok öfkeliydi. Mısırlı kadınlar, Mısır tarihinde ilk defa sokağa çıktılar ve Mısır’ın özgürlüğü için bağırdılar. “Çok yaşa Saad Zaghloul” diye sloganlar atıp ve onu geri istediler. Devlet, İngiliz hükümetinin emirlerine itaat etmemeli ve o derhâl kendisine ihtiyaç duyan ülkesine milletine geri dönmeli dediler. Bu Mısırlı kadınların hayatında büyük bir değişimdi. Çünkü o günden sonra bir daha asla eve kapanıp kalmadılar; kamusal hayatta yer almaya başladılar. Bu çok cesurca bir hareketti. Çünkü bu siyasi ve millî bir şekilde başladı ve kadınlar ülkelerinin özgürlüğü için dört yıl savaştı. Halkı özgürlüğe çağıran sokak gösterileri yapıyorlar, zamanın gazetelerinde pek çok makale yayınlıyorlar, camilerde ve kiliselerde konuşmalar yapıyorlardı. Devlete taraf çıkıyor ve ülke çapında erkekler tarafından yürütülen millî hareketi destekliyorlardı. Ardından 1923 yılı geldi ve yeni anayasa yazıldı. Kadınlar isteyebileceklerinin en azını yani anayasada siyasi haklar istedi. “Hayır” cevabını aldıklarında ise şok oldular. Çünkü o zamanın hükümeti kadınlara siyasi haklar vermenin doğru olup olmadığı hususunda el-Ezher Üniversitesine danışmaları gerektiğini söyledi. Korkarım cevap olumsuz idi ki “Kadınlar siyasi hak elde etmemeliler, çünkü bu onların sokaklara ineceği anlamına gelir.” ve “Müslüman kadınlar iki defa dışında asla dışarı çıkmamalılar: Birincisi koca evine gitmek için, ikincisi ise öldüğünde mezara gitmek için.” Bu geçen yüzyılın erkeklerinin zihniyetiydi. Ama Mısırlı kadınlar buna boyun eğmediler ve mücadeleye devam ettiler. Sadece vatanları için değil kendi hakları için de savaşmaları gerektiğini anladılar. Mücadeleyi kendileri için yapmaya başladılar. 1920’de kendi birliklerini kurdular ve bu birlikle bütün dünyaya seslenmeye başladılar; aynı zamanda haklarını kazanmak için hükümeti sıkıştırmaya başladılar. Eğitimin bir zorunluluk olduğunun farkındaydılar. Bu yüzden okullar açmaya başladılar. Her yıl yüzlerce okul inşa edildi. 1933 yılında ilk defa Mısırlı bir kadın üniversiteden mezun oldu. Bunun devamı da geldi. 1952 yılında devrim patlak verene kadar anayasada kadınlar için hâlâ siyasi haklar yoktu ve 1956 yılında Nasır, kadınlara siyasi haklarını verdi. O zamandan beri mecliste ve seçimle iş başına gelinen bütün kadrolarda yer alıyoruz. Şimdilerde gerçekten çok ümit verici bir gelişme var ki o da, 2000’den beri hizmet veren Ulusal Kadın Konseyi. Çocuklar için de başka bir konseyimiz var. Böylece kadınlar, çocuklar ve bütün aile için gece gündüz çalışan, mücadele eden iki ulusal konseyimiz oldu. Bence bu çok ümit verici. Çünkü o zamandan beri, yani 2000’den beri birçok hak kazanıyor ve geri kalmış kanunları değiştiriyoruz. Sadece kadınlar adına değil, bütün aile fertleri adına imtiyazlar elde ediyoruz.
“İsrail yenilgisi Arap dünyasında dinî etkiyi artırdı…”
Bütün bölgede güçlü ve etkin olan Mısır kültürüne 1975’ten bu yana bir şeyler oldu. 1967 yılında İsrail tarafından hezimete uğratılmıştık. Hezimet çok ağırdı ve Mısırlıların karakterine etkisi oldu. Pek çok dinî lider bunu fırsat bilip, İslâm’dan uzaklaştığımız için yenildiğimizi söyledi. Delili de kadınların evlerinden çıkmaları, işe gitmeleri ve başlarını örtmemeleriydi. Ülkedeki en zayıf nokta kadınlardı ve bu zayıf noktaya vurmaları gerekiyordu. Kadınlar bu çeşit söylemlerden etkilenerek tekrar örtünmeye, evlerine geri dönmeye ve tahsillerine devam etmekten kaçınmaya başladılar. Pek çok kadın, hâlâ adları anılan ve kadınların evde oturması gerektiğini söyleyen dini gruplardan etkilendi. Taliban hikâyesini; bir tufan gibi geri gelen ve bütün ülkeyi, özellikle de kadınları o gerici fikirleriyle saran bütün o orta çağ saçmalığını biliyorsunuz. Bazı kadınlar bunun etkisi altında kaldılar. O vakitler tıp fakültesinin, mühendislik fakültesinin parlak öğrencileri bile okula gitmeyi bırakmıştı. Bunun haram olduğunu, kadınların böyle şeylerle uğraşmaması gerektiğini söylüyorlardı. “Kadınlar evde oturmalı, çocuk yetiştirmeli ve evlenmeyi beklemeli; bütün vazifesi budur ve İslâm’ın dediği de budur.” Bu tabii ki doğru değil. İslâm, başından beri kadınları her konuda teşvik eder. “İslâm tarihine baktığınızda kadınların savaşta, siyasi ve kültürel hayatta çok güçlü olduğunu keşfedersiniz.” diyen karşı hareketler de vardı. Böylece ülkede bir çeşit çatışma başladı ve bütün Arap dünyası bizi izliyordu. Çünkü Arap kadınları Mısır’lı kadınlardan etkileniyorlardı. Onlar da tekrar örtünmeye başladılar. Sadece hareketlerde değil fikirlerde de gerici bir hareket başladı. Kadınlar pes etmeye başladılar. Yorulmuşlar mıydı bilmiyorum ama hayat zorlaşıyordu ve pes ettiler. Evde oturup çocuk yetiştirmeyi ve kocalarına itaat etmeyi kabullendiler. Ama kültürel hayattaki entelektüeller ve de elit tabaka pes etmeyecekti. Herkesi, kadınları erkekler gibi birer vatandaş olduklarına ikna etmek için yazmaya devam edeceklerdi.
“Bugünün insanına uygun yeni fıkıhlar üretmeliyiz…”
Bugün artık insanlara cinsiyetlerine göre değil; zihniyetlerine, hayat tecrübelerine, eğitim sertifikalarına, zekâ seviyelerine göre muamele ediliyor. Beni ebediyen bir şey giymeye mecbur edemezsiniz. Bu, kadınlara yönelik bir çeşit ayrımcılıktır. Kadınları baskı altına almaktır. Bu Tanrı’nın değil, eski hukukçuların zihniyetidir. Çünkü Kuran’daki surelerin anlaşılması kişiden kişiye değişir. Bu yüzden pek çok mezhep var Aksi takdirde tek bir mezhep olurdu. Şiiler arasında bile 12 grup var. Bu demektir ki, Kuran kutsal bir kitaptır. Cennetten indi ve insan zihniyetinin kolayca algılayamayacağı bir diksiyonu var. Dolayısıyla ben bir sure okuyabilir ve onu bir şekilde algılayabilirim, sen başka şekilde algılayabilirsin. Biz buna fıkıh deriz. Fıkıh, anlamak anlamına gelir. Kelimenin tercümesi budur. Biz bugün fıkıh kurallarına uyuyoruz, Tanrının kutsal sözlerine değil. Eğer Müslümanlar değişmek ve gelişmek istiyorlarsa yüzyıllar önceki fıkıh okullarından tamamen farklı bir zamanda yaşayan bugünün insanına gerçekten uyacak kendi yeni fıkıhlarını yaratmalılar. Çünkü sadece farklı bir zamanda değil farklı bir gezegende yaşıyoruz. Dedelerimiz televizyonu, uçağı ya da roketi asla hayal bile edemezlerdi. Şimdi insanlar tamamen değişti, bütün dünya değişti.