Iman Hudaydan
Yazar, Romancı
Iman Hudaydan Lübnan’ın tanınmış kadın roman yazarlarından birisi,30 yaşında yazmaya başlamış. Tabii ki kahramanları Beyrut’un hayat ve ölüm arasında her gün yüzlerce şey yaşayan kadınları. Savaş döneminde Beyrut’tan ayrı kalmış ancak savaş bitiminde geri dönmüş artık bu şehirden kopamayacağın söylüyor. Lübnan nüfusunun %10 kadarını oluşturan Dürzi dinine mensup. Dürziler müslüman olarak sayılsa da birçok Dürzi kendilerini müslüman olarak görmüyor. İman’la buluşmamızın sebebi Dürzilik değildi elbet, hatta bu konuya hiç değinmedik bile. Onunla iyi bir romancı olduğu için ve özellikle de Lübnan’ı diğer ülkelerden ayıran en büyük deneyimi savaş ve kadınlar hakkında yazdığı için görüşmek istedik, ve sorularımız da bu çerçevede oldu. Amerikan Beyrut üniversitesinde de savaş sonrası kişisel anlatılar üzerine araştırmalar yapan İman Hudaydan,bir çok Arap, Fransız ve Alman gazetesi ve dergisinde yazılar yayınlıyor.
Ülkemin geleceğini çocuklarımın yaşayacağı yer olarak da düşünüyorum tabi. Değişikliklerden önce bir insan, sonra bir Lübnanlı ve tabi ki bir kadın olarak etkileniyorum. Ve bir yazar olarak kendimi olanların çok içinde hissediyorum. Kahramanlarım ve hikayeyi anlatanlar hep kadınlar, bunlardan birinde kahraman savaş sırasında hayatının büyük bir kısmını Avustralya’da geçirmiştir ve bir yabancıyla evlidir. Beyrut’a dairesini satmaya gelir çünkü “Dairenizi işgal eden muhacir aile gitti ve şimdi gelip dairenizi teslim alabilirsiniz.” diyen bir mektup almıştır. Onu ülkesine bağlayan bu son bağı da satıp atmak istediğini zannetmektedir. Ama buraya vardığında görür ki şehrini, Beyrut’unu yeniden keşfetmeye ihtiyacı vardır. Ve şehri yeniden keşfederken kendini de yeniden keşfeder.
Son kitabım savaş sırasında bölünmüş Beyrut’ta sınır hattı üzerindeki bir binada yaşayan 4 kadın hakkında. Ve bu 4 kadından her biri kendine göre, savaşı nasıl yaşadığının, nasıl hayatta kaldığının ve şiddete nasıl hayır dediğinin hikayesini anlatır. Şimdi onların hikayelerine dönüp baktığımda her kadında benden bir parça olduğunu görüyorum.
Savaş sırasında kadın bütün rollerde tek başına oynadı…
Savaş hayatımızdan 15 yıl götürdü. Bu yüzden pek çok iz bıraktı. Ve savaş sırasında kadın bir anne bir eş, bir doktor, bir avukat olarak bütün alanlarda ve rollerde başrol oynadı. Siyasi arenada bile, sivil toplum kuruluşlarında, derneklerde, siyasi partilerde vesaire. Ve bazı anlar geldi ki kadın ailede rol oynayan tek kişiydi. Baba yoktu yurt dışındaydı çünkü çalışması ailesi için ekmek parası kazanması gerekiyordu ve çocukların başında kalan anneydi, kadındı. Çocukları okula bırakan, onlara bakan oydu. Kendi işine de gidiyordu her gün, sokaklar bombalanırken ekmek almak için dışarı çıkıyordu. Yani oradaydı. Her alanda.
Ama barışın üzerinden on beş yıl geçmesine rağmen siyasi arenada istedikleri konuma ulaştıklarını söyleyemem. Aslında durum şu anda eskiye nazaran daha iyi, ama bunu elde edebilmek bile hiç kolay olmadı… 90lı yıllardan önce parlementoda hiç kadın yoktu sanırım. Aynı şey hükümet içinde geçerli, hiç kadın bakanımız yoktu mesela. Şu anda 4 ya da 5 kadın parlamenter var sanırım ve bu 128 milletvekili olan bir mecliste çok küçük bir rakam…
Lübnanlı kadınlar siyaset dışında her alanda varlar…
Bence Lübnanlı kadınların durumu ile Arap dünyasındaki kadınların durumunu karşılaştırırsak Lübnanlı kadınlar Arap kadınlardan çok daha öndedir. Kadın şirket yöneticilerimiz var. Büyük şirketlerin. Medyada kadınlar sahayı ele geçirmiş durumdalar. Yaratıcı işlerde şairler, yazarlar, film yapımcıları, ressamlar olarak çok büyük sayıda kadın var Lübnan’da. Yani ona sadece bir anne kız kardeş falan diyemeyiz ama neden siyası arenada değil onu bilemiyorum.
Belki de kadınlar diğer işlerde daha yetenekliler. Yani özgür olmak için siyasete karışmalısın diye bir şeye inanmıyorum. Belki şirket yönetiminde, yazmakta, ya da bir tiyatroda oyunculuk yapmakta daha yetenekli. Bu benim şahsi düşüncem önemli olan kadının bir bakan olmak, milletvekili olması değildir. Önemli olan dış dünyayı ve kendini bu dünyanın bir parçası olarak nasıl gördüğüdür. Eğer bir bakan olmak istiyorsa ve erkek egemen fikirleri üretiyorsa ya da yeniden üretiyorsa bundan bir kadın olarak kazancım olmaz. Bakan olmuş olmamış benim için önemli değildir. Benim için önemli olan meseleleri nasıl gördüğü ve siyasi sistemi nasıl değiştirmeye çalıştığıdır.
Ama ben siyasi açıdan söyleyecek olursam; 5-6 yıldır Lübnan’da olanlar hakkında çok iyimserim. Lübnanlı kadınlar artık kendini daha fazla ifade ediyor. Sadece meclis seçimleri için değil başkanlık için de adaylığını koyacağını bildiren bir başkan yardımcımız var. Lübnanlı bir kadının çıkıp “Bakın ben başkan olacağım” demesini çok önemli bir gösterge olarak kabul ediyorum. Bu bir ilk. Bence bu meseleye dair işler ilerliyor.
Siyasetçi kadınlar gücü , koltuklarını miras aldılar.
Batı toplumlarında gördüğümüz gibi demokratik yollarla mesela siyasi bir partiye üye olarak, ya da halktan birisi olmaya çalışarak, bir şeyleri başarmış kadınlar göremiyoruz. Hayır. Lübnan’da bu farklı. Ama Lübnan’ım komşularından o kadar da farklı değil. Çünkü çevremizde aynı. Asla kendi başına değil ama bir erkek yoluyla iktidara gelen bir eş ya da bir kız ya da bir kız kardeş. İyimser bir insan olduğum için bunun da böyle gideceğini sanmıyorum. Fertler kendi başarılarıyla siyasi hayata egemen olmaya muvaffak olacaklar.
Bizim sistemimiz biraz kendine has. 18 tane azınlık grup var. Ve bu gruplar siyasi olarak temsil edilmek istiyorlar tabi ki. Belki de en iyi demokrasiye sahibiz derken kastettikleri buydu. Neden bunu Amerika’dan ya da başka bir yerden ithal edelim ki? Demokrasinin yurtdışında imal edilmiş bir mal imişcesine sahiplenmemiz gereken kutsal bir kelime olmadığına inanıyorum.
“Oh Amerika gibi demokratik olmalıyız”. Benim ülkeme gerçekten uyan bir demokrasi istiyorum. Farklı gruplara öyle uyum sağlayan bir demokrasi istiyorum ki bu gruplar siyasi anlamda temsil edildiklerini hissetsinler. Nasıl bir demokrasi olacağı umurumda değil. Bunu kendimiz seçebiliriz. Demokrasinin kutsal bir kitap olmadığını düşünüyorum.
Seküler bir sisteme hazır değiliz…
Bizim seçim kanunumuzun sekülerlikle bir alakası yok. Her grubu tatmin etmeye çalışan bir seçim kanunudur. Şu an insanlar seküler bir sisteme ne kadar hazırdır bilmiyorum. Hazır olduklarını düşünmüyorum. Özellikle ayrılıkçı bir iç savaş olarak başlamamasına rağmen belli bir dönemeçten sonra ayrılıkçı bir yapıya bürünen bir iç savaştan çıkmamız sebebiyle…
Ülkede süregelen sosyal kültürel ve siyasi problemleri kadın problemlerinden ayrı tutamayız. 15 yıllık bir iç savaş görmüş ve 1990’dan beri gerçek demokrasi olmadan, özgür siyasi partiler olmadan sahte bir barış yaşamış olan bir ülkede nasıl olur da kadınların özgürlük hareketine sahip olmasını bekleyebilirsiniz? Her şey birbirine bağlıdır. Bana göre sivil toplumun haklarından ayrı ve müstakil olarak kadın haklarından söz etmek mantıksızdır.
Hariri’ye düzenlenen suikasttan beri tarihi anlar yaşıyoruz. Lübnan savaşının bitiş tarihi olan 1990’dan beri sahte bir barış yaşadığımızı öğreniyoruz ki bunu şimdiye kadar bilmiyorduk. Birbirimizi farklılıklarımızla kabul etmeyi, sorunlarımızı şiddet kullanmadan halletmeyi öğreniyoruz. Kesinlikle bu aldığımız dersler diğer sahalara da yansıyacaktır. Kadınlarla alakalı alanlarda da kullanılacaktır.
Çünkü insanoğlu olarak, yurttaşlar olarak çatışmalarımızı demokratik bir şekilde halletmeyi öğrenirsek erkekler toplumun diğer yarısı olan kadınların toplumda önemli bir parça olduğunu kabul ederler.
Şahsen bir özgürlük tarifim yok. Sokakta çok modern kıyafetler giymiş hatta yarı çıplak bir kadın gördüğümde asla kendime içinde de dışardan göründüğü kadar özgür mü diye sormam. Umursamam. Çünkü sokakta çarşaf giymiş bir kadını Beyrut sokaklarında -ki bu Beyrut’un güzelliğidir- şort ve göbeğini açıkta bırakan bir tişört giymiş bir arkadaşıyla yürürken görebilirsiniz. Bazen bu birbirine zıt manzarayı görmek beni çok mutlu ediyor. Bu bana bu şehrin bütün zıt unsurları barışçı bir şekilde harmanlayabileceğinin teminatını veriyor. Ben fotoğraf çekmeyi bir hobi olarak seven bir insanım ve birlikte yürüyen böyle kadınlar gördüğümde “Ah neden fotoğraf makinem yanımda değil?” derim çünkü bu harika bir kare olabilirdi.
Çıplak olanın örtülü olandan daha özgür olup olmadığını bilmiyorum ve bu umurumda da değil. Çünkü kadının modern kıyafetler giymesi özgür olduğu anlamına gelmez. Aynı zamanda kadının örtünmesi de özgür olduğunu veya olmadığını göstermez. Bence kıstas kendiyle iyi barışık olmasıdır. Kendiyle rahat olmasıdır.
İç savaşa hayır diyebiliriz…
Ben iyimser karaktere sahip bir insanım. Savaş sırasında bile her gün yarının daha iyi olacağını söyleyerek yaşıyordum ve şimdi iç savaşlara hayır demeyi öğrendiğimize inanıyorum. İnanıyorum ki Lübnanlılar olarak biz en kötü barış bile en iyi savaştan daha hayırlıdır demeyi öğreniyoruz. Medeni ve demokratik bir şekilde birbirimizle diyalog kurmayı öğrenmek ve kendi sorunlarımızı kendimiz halletmek istiyoruz. Çünkü burada 18 etnik grup birlikteyiz. İnanıyorum ki doğru yoldayız.
Ve gene inanıyorum ki gençlerin anne babalarının yüzleştiği sorunlarla yüzleşmeden huzurlu bir ülkede yaşamaya ihtiyaçları var. Umarım bunu başarırlar ve bizimkinden daha iyi bir hayatları olur çünkü daha iyi bir yaşamı hak ediyorlar.
Hayat tecrübem bana hiçbir şeyi genellememeyi öğretti. Ne görürsem göreyim nereye seyahat edersem edeyim her şeyi tek tek vakalar olarak ele alırım. İran’a bile gitsem ve o kadınları örtülü görsem bile asla ve kat’a özgür olmadıklarını düşünmem. Aynı şekilde Amerika’ya gitsem de. Bence genelleme alışkanlığı siyasi kültürel ve sosyal alanda pek çok hataya yol açtı ve bundan uzak durmayı öğrendim.