Magda Adly
El-Nedim Derneği Başkanı – Şiddet Mağdurlarını Rehabilitasyon Merkezi
Mısır’daki son günümüzde; kadın şiddetine karşı mücadele eden El-Nedim Derneği başkanı olan Magda’yı ziyaret ettiğimizde ilk sözleri “Bugün Mısır’da yine bir sürü insan tutuklandı. Her şey göründüğü ya da size anlatıldığı gibi toz pembe değil bu ülkede.” oldu. Sohbetin ilerleyen dakikalarında ise göstermelik muhalif söylemlere bile muhalefet eden, gerçek bir muhalifle karşı karşıya olduğumuzu anladık. Magda Mısır’ın en büyük ihtiyacının gerçek demokrasi olduğunu çizdiği kara tabloyla, verdiği rakamlar ve örneklerle söylüyordu… Nedim Derneği 1993’te kurulmuş. İşkence ve şiddet raporları tutuyor, mağdurlara hukuksal ve psikolojik olarak danışma hizmeti veriyor. Aynı zamanda şiddet kurbanı kadınlara da sığınak oluyor. Ayrıca derneğin BM’de gözlemci statüsü var ve birçok uluslararası insan hakları organizasyonuyla çalışıyor.
Aslında insan hakları ve toplumsal olaylarla ilgilenmeye çok küçük yaşlarda başladığımı söyleyebilirim. 1967 savaşı buna etken oldu. O zamanlar henüz küçüktüm ve ülkenin durumu hiç iyi değildi; bütün gençler savaşa çağırılmıştı. O günlerde bize en çok yardımcı olan vatan sevgimizdi. Filistin’in yaşadıkları, küçüğünden büyüğüne kadar bütün toplum için örnek teşkil ediyordu.
Üniversitede siyasi işlerle ilgileniyordum. Düşmanımız İsrail’le yapılan anlaşmalara bakan bir araştırmacıydım. Savaşın sona ermesinden sonra, özellikle 1977 senesinde Mısır’ın demokratik konumu ile ilgili daha büyük sorunlar ortaya çıktı. Ben ve arkadaşlarım; demokrasi ve düşünce özgürlüğünün, aynı zamanda düşündüklerini söyleme özgürlüğün olmadan bu siyasi problemin çözülemeyeceğine karar verdik. Ama bunları hayata geçirmek çok zordu. 1973 yılından önce yapılan seçimlerde sonuç değişmedi. Bundan sonra halkın uyanışı gerçekleşti. O zamanlar insanların görüşlerini açıkça söylemesi yasaktı. 1977 yılında halk çok büyük gösteriler yaptı. Bu gösterilerin hepsi, siyasetin iktisadî alandan elini çekmesine yönelikti. Askerler de sokaklardaydı. Göstericilerden bir çok kişi öldü. Bu durum gençler için demokratik alanda yaşanmış büyük bir çöküntüydü. Vatan nasıl kurtarılmalı, âdil savaş nasıl olur, Filistin toprakları nasıl savunulmalı ya da işgal altında ki yerler nasıl geri alınmalı: Bu sorular cevap bekleyen sorulardı. Bizim o zamanlar iktisadî haklarımızdan bahsetmemiz bile yasaktı.
Biz ise üniversitede olduğumuz için demokrasinin ve hür düşüncenin önemini çok iyi kavrıyorduk. Amerika’nın sömürü hareketlerini reddediyorduk. Bütün kartlar Amerikan’ın elindeydi. Üniversite bittikten ve doktor olarak çalışmaya başladıktan sonra daha büyük sorunlar olduğunu gördük daha önceden demokrasiyle beraber gelen sorunların bilincine varmamıştık. Tıbbın psikoloji bölümüyle uğraşan arkadaşlar, halkın bir çok sorunla karşı karşıya kaldığını gördüler. Savaş ve baskı insanlarda sıkıntı ve psikolojik sorunlar ortaya çıkmasına neden olmuştu. Bu kişiler topluma ayak uyduramama, toplumdan uzaklaşma gibi belirtiler göstermeye başlamıştı. Çünkü toplumumuz birçok şiddete maruz kalmıştı; en çok da işgal edilen topraklarda yaşayan halkımız şiddete maruz kalmıştı. Şiddeti yapanlar ise polisler ve askerlerdi. Hapishanelerde işkence çok yaygındı.
Şiddet insan nefsinde tamir edilemeyen yaralar açar. Böyle kişilerin vatanına, kendisine ailesine; yani çevresindeki her şeye karşı güveni sarsılır.
“Demokrasi ve özgür düşünce için mücadele ederken, kadına karşı şiddet ilgi alanımıza girdi…”
Kadına karşı şiddet, 1995 yılında yine derneğimiz tarafından yapılan bir araştırmaya göre % 46’lara ulaştı. Bu sonuca, 15 bin kadına dayak ile ilgili sorulan soru neticesinde varılmıştır. Kadınların bazıları bir defaya mahsus olmakla birlikte aile içi şiddete maruz kalmıştır. Hatta kadınların hamileyken bile şiddete maruz kaldıkları anlaşılmıştır. Bu araştırma aynı zamanda şiddet olaylarının daha çok fakir ailelerde gerçekleştiği kanısını da yıkmıştır. Çünkü bazı kadınların üniversite mezunu ya da mastırı bitirdikleri ama aynı zamanda şiddete uğradıkları görülmüştür. Kadınların yüzde otuzu da dayak esnasında dayağa karşı çıkmışlardır.
“Örf ve âdetlere dayalı en tartışmalı konu kadının sünnet olması…”
Örf ve âdetlere dayanan en tartışmalı konu kadının sünnet olması. Sünnet olayının oranı yüzde doksanlara ulaşıyor. Sünnet, kadınların doğdukları yaşlarda gerçekleşiyor. Kadın derneklerinin çalışması sonucu bu uygulama yasaklanmaya çalışıldı. Ama son anda Ezher Üniversitesinden bir gurup, bu kanuna muhalefet etti ve kanuna şu madde eklendi: “Kadın isterse sünnet olabilir ama bu, hastanelerde bölüm başkanının izniyle gerçekleşebilir.”
Kanun bu âdeti yasaklamaya çalıştı ama örf ve âdetler buna engel oldu. Hayatımda bunun kadar iğrenç başka bir âdet görmedim. Neye dayandırılarak yapılıyor ben hâlâ anlamadım.
“Hükümetimiz kör, sağır, dilsiz…”
Mısır halkına konuşma özgürlüğünün verilmediğini görürüz. Bu hak halkın elinden alınmıştır; buna hiç şüphe yoktur. Halk gösteri yapamaz ya da fabrikada çalışırken greve katılamaz; bu grev ne kadar çalışanların daha iyi konuma gelmesini sağlasa da. Herhangi sebepten dolayı bir olayı eleştiremez. Siyasi partiler de dahil olmak üzere sokaklarda kimse miting düzenleyemez; mitinge sadece kapalı bir alanda yapılırsa müsaade edilebilir. Sokakta gösteride yapamaz yada yapılan gösterilere katılamaz. Bu gösterilerin Mısır aleyhine olması şart değildir. Filistin halkı için ya da başka bir sebepten dolayı da olabilir. Gösteri olan bölgeye binlerce güvenlik görevlisi gönderilir. Yakalanan hapse atılır ya da şiddete maruz kalır.