DUVARLARIN ARKASINDA TÜRKİYE
Duvarların Arkasında belgeseliyle Müslüman ülkelerdeki kadınların hikâyesini anlatmak üzere çıktığımız yolculukta uzun süre yönümüz hep Doğu’yaydı. Dönüşümüz ise hep Batı’ya, yani Türkiye’ye oldu. Bu dönüşlerde ülkemizin farkını fark ettik.
Bu nedenle belgeselin Türkiye bölümünü hazırlarken sorularımız daha çok şu noktalara odaklandı.Türkiye Doğu ve Batı arasında nerede duruyordu? Türkiye’deki kadın sorunlarına nereden bakmak lazımdı, Doğu’dan mı Batı’dan mı?
Türkiye’yi hazırlarken diğer ülkelerden daha fazla zorlandık. Evet, evimizdeydik, ülkemizdeki kadın meselesini anlamaya çalışmak için rehbere ihtiyacımız yoktu. Ancak Türkiye’de o kadar çok bakış açısı ve o kadar çok kadın meselesi vardı ki! Her görüşe yer vermek imkansızdı,aralarında seçme yapmakta çok zorlandık.
“Trükiye’de kadın sorunlarını nasıl ve hangi yaklaşımla ortaya koymalıyız?” sorusu belgeselde bizi en çok zorlayan konu oldu.
Belgeselin objektif bakışını koruyabilmek için farklı fikir, inanç ve birikime sahip kadınların gözünden odaklanmaya çalıştık meseleye. Karşımıza farklı başlıklar çıktı.
İşe kadınların başarılarını ortaya koymakla başladık. Siyasette, sporda Türkiyeli kadınlar Batı’dan farklı değildi. Pek çok başarıya imza atmışlardı.
Belgeselin ilerleyen aşamalarındaki çekimler esnasında Türkiyeli kadınları farklı kılan şeyin ifade ve seslendirme gücü olduğunu gördük. Kendilerini ifade etmek ve düşüncelerini seslendirmekte sergiledikleri güç. Türkiyeli kadınlar; diğer doğu ülkelerindeki kadınlardan apayrı bir yerde duruyordu: ideolojik-fikri ve inanç açısından gösterdikleri çeşitlilik, kendileri olarak bağımsız kimliklere sahip olmaları, hayatın her alanında var olmaları, mücadele yöntemleri, işbirliği içinde olmaları ya da ayrılmaları… Onları farklı kılan özelliklerden bazılarıydı bunlar.
Tam da bu noktada bir soru daha çıktı karşımıza: Kadın sorunlarına nereden bakacaktık? Ankara’dan mı yoksa Urfa’dan mı? Hangisini en önemli kadın sorunu olarak ortaya koyacaktık? Bütün bu çelişkiler ve sorgulamalar bizi belgeselin bu bölümünü biraz daha kavramsal yaklaşımlara ayırmaya zorladı.
Türkiyeli kadınların kadın-erkek eşitliğine bakışlarını, dünyaya bakışlarını ve aileye, İslam’a, dine bakışlarını yansıtmak istedik. Türkiyeli kadınların serüvenlerini bu kavramsal çerçeveden ele aldık ve kendilerini ifade etmede, özgürce düşüncelerini seslendirmedeki güçlerini Türkiye’nin en önemli farkı olarak ortaya koyduk.
Osmanlı’dan Başlayan Bir Hareket
Türk kadınının modernleşme ve toplumsal/siyasal katılım macerası 200 yıl kadar geriye gider.
Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme rüzgarları önce erkeklerin hayatını etkisi altına alır. “İmparatorluk neden geri kalıyor?” sorusuna cevap aramak için Batı’ya giden Osmanlı aydınları “ilerlemek için kadınların sosyal hayata girmesi gerekir” cevabı ile dönerler. Cevap toplumun gerçekleri ile örtüşür. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nda kadınlar evlerindedir. Dolayısıyla aydınlar kadınların sosyal hayatta yer almasını İmparatorluğun istikbali için ciddiye alırlar. Sosyal hayatta yer bulmak için de kadınların eğitilmesi fikrine öncelik verilir. Burada temel fikir, ancak iyi eğitim görmüş annelerin çocuklarını iyi yetiştirebileceğidir.
Türkiyeli kadınların geçmişi bir çok noktada “Türk Demokrasi Tarihi” ile de yakından ilişkilidir. İlk kız ortaokulu 1856’da Abdülhamit döneminde açılmıştır.
İlk kadın yazarımız I. Meşrutiyetin önemli paşalarından Ahmet Cevdet Paşa’nın kızıdır. Fatma Aliye Hanım, konakta özel eğitim görmüş bir kadındır.1890 yılında Fransızca’dan bir roman tercüme edip “bir kadın” imzasıyla yayınladığında bu imza edebi kamuda büyük tartışmalara neden olmuştur. Çünkü dönemin genel görüşüne göre “bir kadın Fransızca’dan kitap çeviremez.”
Daha sonraki dönemlerde kadınlar dergiler çıkarmaya başlar, posta idaresinde çalışırlar. Mütareke yıllarında sokaklarda çöpçülük yapan kadınlara da rastlanır. İlk kadın işçiler Bursa ipek fabrikasında çalışmaya başlarlar. Ve Osmanlı aile hukuku kadın lehine revize edilir.
Cumhuriyet Kazanımları
Cumhuriyet ile birlikte kadınların hukuki kazanımları artar. Kadınlara hukuk alanında, eğitimde, siyaset alanında eşit haklar tanınır. Bu kazanımlar Türkiye’de kadınları çok farklı konumlara taşır.
Türkiye’de kadınlara yönelik haklara ilişkin mücadele bilincinin gelişmesinde 1980 sonrası sol kesimden gelen kadın kuşağının feminizm üzerine çalışmasının ve örgütlenmesinin büyük rolü olur. Türkiye’de 1980 sonrasında, kadın hareketi farklı bir ivme kazanır. Bir taraftan Batı’daki birinci dalga feminist hareketin eserleri tercüme edilir. Diğer taraftan siyasal ideolojilere yasakların konduğu bir ortamda serbestçe gelişebilen tek siyasal hareket olarak feministler sokak gösterileri ile varlıklarını hissettirirler. 80 sonrasında feminizm, zaman zaman Kemalizm’in bir uzantısı olur. İkinci dalga feminist hareket Avrupa’da daha liberal ve iktidar karşıtı bir dalga iken, Türkiye’de laiklik vurgusu harekete hem meşruiyet kazandırır hem de yaygınlık.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne yönelik hedefleri de bu sürece destek verir. Özellikle 1990’ların sonlarında medeni kanunda yapılan değişiklikler ve ailenin korunması hakkındaki kanunla başlayan süreç, kadın haklarını yasal olarak daha iyi bir noktaya götürür. 2003-2008 yılları arasında Kopenhag kriterlerini yakalaması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kadınlara yönelik haklarını tanıması bakımından Türkiye gerçekten çok ileri adımlar atar. 2004 yılında Anayasa’ nın 10. maddesinde yapılan değişiklikle kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasının anayasal güvence altına alınması, bu ileri adımların en önemlisidir. Bunun yanı sıra Türk Ceza Kanunu’ ndaki ve İş Kanunu’ndaki değişiklikler, ailenin korunmasına dair yasa değişiklikleri, töre cinayetlerindeki indirimlerin kaldırılması ve bu suçları işleyenlere ağırlaştırılmış hapis cezalarının verilmesi gibi kadınları yasal anlamda eşitleyen düzenlemeler yapılır. Bu düzenlemelerle Türkiye kadın hakları konusunda Avrupa Birliği üyesi ülkelerin en ileri 5 ülkesiyle aynı duruma gelir.
Sorunların Çözülmesinde Farklı Adımlar
Türkiye’de bölgeler arası değişen kalkınma farkları Türk kadınının sosyo ekonomik durumunu çok yakından etkiliyor. Eğitim bu konuların başında geliyor. Kadınların okur-yazarlık oranları 2000’lerin başında % 86’ydı. Kız çocukları özellikle Güney Doğu ve Doğu Anadolu bölgesinde büyük oranda okula gönderilmiyor, tarımda çalıştırılıyorlardı. Kız çocuklarının okullaşmasını artırmayı hedefleyen strateji ve kampanyalarla bu rakam değişmeye başladı Henüz hedeflenen %100 rakamına ulaşılamasa da ilköğretimde kız çocuklarının okullaşma oranını % 98,02’ye yükseldi.
Başörtüsü
Ülkenin uluslararası gündeme de yansıyan bir başka sosyopolitik meselesi ise başörtüsü yasakları ve bu yasaklardan dolayı ortaya çıkan siyasal ve toplumsal gerilimlerdir. Sorunun gergin bir siyasi tartışmanın konusu olmasının yanı sıra başörtüsü örtenler ve örtmeyenlerin birbirini yeterince tanımaması da başörtüsünü merkeze alan kutuplaşmaları körüklemektedir. Başını örten dindar kadınlar için başörtüsü, çoğu zaman varoluşlarını anlamlandıran bir bütünün parçasıdır. Başörtüsünün yasak olmasını savunanlar ise başörtüsünü sadece siyasal bir simge ve kadınları geri bıraktıran bir uygulama olarak görmektedirler.
Yine de Türk toplumuna baktığımızda hiçbir zaman yoğun bir başörtüsü düşmanlığı ile karşılaşılmamıştır. Tepkiler daha ziyade elit kesimin marjinal ama etkili tutumu ile sınırlı kalmıştır. Yasaklama talebi de halktan değil elit bir kesimden geliyor zaten.
Dindar kadınlar yasaklara gerekçe olarak öne sürülen ama aslında bir kategorileştirmeden ileri gitmeyen “tanımlamalar”a hep karşı çıkageldiler. Türkiye bir Müslüman ülke olmasına rağmen dindar kadınlar kamusal alanda yasaklarla karşılaşıyor ve bu Türkiye’nin en önemli paradokslarından biri olarak hala varlığını koruyor.
Türkiye’de örtünme ile ilgili ilk tartışmalar Osmanlı’nın son dönemlerinde konuşulmaya başlanmıştır. Modernleşmenin ve gelişmenin önünde din ve kadınların örtüsünün engel olduğu fikrini savunan bazı reformistler vardı Osmanlı idarecileri ve aydınları arasında. Cumhuriyetin ilk yıllarında modern olmanın gereği olarak başı açıklığın zoraki kabulü ise bu tartışmaya bir son verdi.
Ancak 1960 sonrasında kadınların başörtüleri ile eğitim görme talepleri dile getirilmeye başlandı. Bu dönemden sonra hem dindar kesimin kızların eğitimine verdikleri önemin artması hem de kız imam hatip okullarının açılması ve bu okullardan mezun olan kız öğrencilerin yüksek öğrenim talepleri üniversitelerdeki “başörtüsü sorunu”nun demografik arka planını oluşturdu.
Türk Kadını ve İslam
Türkiye belgeselinin bir bölümünde “İslam ve Kadın” başlığını ele aldık. Bu ele alışta şu sorular bize eşlik etti: Türkiye’deki Müslüman kimliğinin özgün özellikleri var mı? İslam kültürü Türk kadınında nasıl tezahür ediyor? Bu kültür kadın sorunları noktasında çözümü zorlaştırıcı bir faktör mü? “Kadın meselesi” ele alınırken İslam nasıl algılanıyor? Bu konudaki yaklaşım farklarını ortaya koymaya çalıştık. Türkiye’nin Müslüman kimliğini, İslam kültürünün yaşanış tarzını, bütün bunların kadın sorunlarına nasıl yansıdığını, farklı görüşlerden ve yorumlardan yola çıkarak inceledik.
Türkiye bir İslam ülkesi midir? sorusuna Türkiye’den farklı cevaplar geldi. “Kast edilen anayasa ve hukuksa, Türkiye bir İslam ülkesi değildir. Ama kast edilen İslami kültür ise Türkiye bir İslam ülkesidir. Türkiye İslam coğrafyasının önemli bir parçasıdır.” cevabı bir çok kişi tarafından seslendirildi.
Aile Nerede Duruyor?
Kadınlar söz konusu olunca en önemli tartışma alanlarından biri de aile. Bir taraf ailenin toplum içinde büyük bir öneme sahip olduğunu ve kadının ancak aile içinde kimlik bulduğunu söylüyor. Diğer görüşe sahip olanlar ise sorunların odağı olarak aileyi görüyor ve ailenin kadının birey kimliğini ezdiğini iddia ediyor.
Bu iki yaklaşıma da yer veren bir ele alışla yaklaştık Türk toplumunda aileye. Ayrıca ailenin bugünkü durumu ve kazandığı önemi bu bölümde biraz da sorguluyoruz. Modern dünyada kariyer ve aile hayatına sıkışmış kadınların tercihleri de kadınların temsil ettikleri kesimlere göre farklılık gösteriyor.
Sonuç
Rakamlar ve istatistikler kadın konusunda hala Türkiye’nin aleyhinde. Hatta Türkiye birçok İslam ülkesinin gerisinde gibi görünüyor. Oysa İslam ülkelerindeki kadınların sosyal hayatta yer alışları, kadınların özgür düşüncelerini seslendirebilme fırsatları, hayat tarzları ve demokrasi anlayışı gibi göstergeler dikkate alındığında, rakamlardaki bu fark tam tersi bir durumu ortaya koyuyor.
Türkiye; hem Doğulu hem de Batılı özellikleri kendi kimliğinde sentezleyen, kadın meselesinde de kendine özgü bir bakış açısı geliştirebilmiş farklı ve öncü bir ülke olarak diğer İslam ülkelerinden bambaşka bir yerde duruyor.